ANLAMAK NEDİR? ANLAMAMAK NE DEĞİLDİR - PEYAMİ SAFA GÜLAY

“Dünya, kimsenin asla fark etmediği bariz şeylerle dolu.”
Alberto Manguel

“Biz, bir şeyleri anlamamaya yemin etmiş gibi yaşıyoruz.”
İsmet Özel

Ludwig Wittgenstein’ın ağzından herhangi birinin adını duymak, hele de bu kişi meşhursa, fazlasıyla düşük bir ihtimaldir. Bir de ağzından çıkacak ifadeler bir iltifatı barındıracaklarsa söz konusu ihtimal imkansıza iyice yaklaşır. Bu özenli ketumluğa rağmen Wittgenstein’ın ağzından, üstelik sıklıkla ve iltifatlarla bezeli bir şekilde duyduğumuz bir isim var: Tolstoy. Bu durumun sebebi bahs-i diğer.

Dolayısıyla bizi burada ilgilendiren şey, başkalarına, özellikle düşünür olarak başkalarına çok ama çok az iltifat eden bir adamın, tek bir adama neden bu kadar iltifat ediyor oluşu değil. Bizi burada ilgilendiren şey, çok az iltifat eden bir adamın, Wittgenstein’ın, belki en çok iltifat ettiği adamın, Tolstoy’un düşüncesinde itiraz ettiği bir nokta. Madem öyle, böyle bir giriş neden gerekliydi? Çünkü Wittgenstein’ın birazdan bahis konusu olacak itirazının ehemmiyetine azami derecede dikkat çekmek gerekiyordu. Çünkü bu itirazı ve onun kastettiği şeyi, naçizane, olabildiğince dikkate almak zorundayız, kanaatindeyim.

Wittgenstein Kültür ve Değer metnindeki pasajlardan birine Tolstoy’un bir iddiasını taşır: Bu iddiaya göre Tolstoy, bir eserin önemini onu ne kadar çok kişinin “anladığıyla” ölçmektedir. Daha açıkça söylenirse, bir eser ne kadar çok kişi tarafından anlaşılıyorsa o kadar kıymetlidir. Derhal fark edilecektir ki bu tanım, anlamayı zekâ ile ilişkilendirir: Kabaca “bir şeyi anlayabilecek zihinsel kabiliyetlere sahip olmak.” Wittgenstein’ın itirazı, tesadüf ettiğim en derin ve -derin olan her şey için olduğu gibi- en korkunç noktalardan birinin teşhisini ifade edecektir.

Tolstoy’un iddiasındaki “anlamak” ifadesini tırnak içine aldık. Çünkü tartışma bir şeyi anlamakla ilgili. “Üstat”, diyor Wittgenstein Tolstoy için, “bir şeyin önemini onu ne kadar çok kişinin anladığıyla ölçerken, anlamayı zekâ ile ilişkilendirmektedir. Halbuki anlama, irade ile ilişkilidir.”

Şimdi, bu ne demek? Wittgenstein devam ediyor (ifadeleri kelimesi kelimesine değil mealen aktarıyoruz): “Biz insanlar, belli bir durumdan nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını, dolayısıyla herhangi bir şeyin anlamını derhal “görürüz.” Bu “görülen” sonuç, yani söz konusu şey her ne ise onun anlamı, gerçekte ortaya çıkmasını istediğimiz durumla hemen hemen hiçbir zaman örtüşmez. İşte bizler bir şeyi, o şeyi anlamaya kabiliyetli olmadığımız için değil, o şeyin anlamı ile gerçekte ortaya çıkmasını istediğimiz sonuç arasındaki bu boşluktan dolayı onu anlamayız.”

Yani anlam, fark etmediğimizi iddia ettiğimiz fakat aslında “bariz” olan bir şeydir. Yani bir şeyi anlamadığımızda, bunun sebebi sanki, onu anlamamaya yemin etmiş olmamızdır.

Klasik anlama kuramına göre “anlamamak”, bir şeyi anlamak için entelektüel olarak yeterli olmamak şeklinde tanımlanıyor gibi görünür. Fakat Wittgenstein’a göre anlamamak, zaten fark etmiş olduğumuz bir şeye, o şey işimize gelmediği için gözümüzü yummaktır. O zaman anlamak “yeterli olunan” bir şey değil, “cesaret edilen” bir şeydir.

Eğer Wittgenstein’a katılacaksak, ki ben tamamıyla katılıyorum, bir iyi, bir de kötü haberimiz var: İyi haber, insanlar bizden bir şeylerin aslını saklayıp bundan dolayı gerçek durumu anlamadığımızı sandıklarında, yanılıyorlar. Kötü haber, insanlardan bir şeylerin esasını saklayıp bundan dolayı anlamadıklarını sandığımızda, yanılıyoruz.

Yorumlar

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.