PROF. DR. NECATİ ÖNER HAKK'A YÜRÜDÜ


Ülkemiz düşünce dünyasının çok önemli isimlerinden olan profesör doktor Necati Öner hakka yürüdü. 

1927 yılında Erzurum ili Tortum ilçesinde dünyaya gelen Necati Öner 1950 yılında Ankara üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi felsefe bölümünden mezun oldu.

Yarım asırdan fazla süren akademi hayatı boyunca birçok eser ortaya koydu. Birçok akademisyen yetiştirdi. Türk Felsefe Derneği'nin kurulmasında ve Felsefe Dünyası dergisinin çıkmasında hep başroldeydi.

Hoca bugün dünya yolculuğunu nihayete erdirdi ve Hakka yürüdü. Hocaya Allah'tan rahmet diler mekanının Cennet makamının âli olmasını yüce Rabbimizden niyaz ederiz.

Hoca hakkında öğrencilerinden profesör doktor Levent Bayraktar'ın bir yazısı:


Türk Düşüncesinde İrtibat ve İmtidad Meselesi ya da Prof. Dr. Necati Öner’i Hatırlamak

Hocam Prof.Dr.Necati Öner için...
Ruhu şad olsun.

Türkiye’de düşünce alanında yaşanılan en büyük sıkıntı bir gelenek kuramamak ve her neslin sil baştan bir düşünce etkinliği kurmaya talip olmasıdır. Oysa felsefe ve tefekkür kendisini kurmak ve geliştirmek için bir devamlılığa ve ortama ihtiyaç duyar. Böylece Türk düşüncesinin en önemli meselesinin; kökleriyle irtibat kurarak çağdaş dünyanın ihtiyaçları ve icapları doğrultusunda yaratıcı ve özgür bir düşünce ortamı ve geleneği meydana getirebilmek olduğu açığa çıkar. Ancak Türk düşüncesinin tarih içerisindeki oluşum ve gelişimini aralıksız olarak takip edebileceğimiz eserlerden büyük çapta mahrum oluşumuz, bu düşünce alanı hakkında hüküm vermeyi zorlaştırmaktadır. Çünkü henüz bu alanı ilgilendiren eserler, düşünürler, kurumlar ve problemler yeteri kadar incelenmiş ve işlenmiş değildir. Türk ve İslam düşüncesi söz konusu olduğunda bu alandaki kurumsal faaliyetin izi sürüldüğünde iki ismin öne çıktığı görülür. Bunlardan ilki Türk Felsefe Cemiyeti’nin[1] öncü ismi Hilmi Ziya Ülken[2] ve ikincisi de Türk Felsefe Derneği’nin kurucusu Necati Öner’[3]dir.

Prof. Dr. Necati Öner’i düşünmek ve anlamaya çalışmak çağdaş Türk düşüncesi alanını fark etmek için büyük bir imkândır. Kendisinin yetiştiği ortam ve özellikle de almış olduğu felsefe eğitimi irdelendiğinde, yakın dönem Türkiye’si ve kültür hayatının pek çok meselesini ele almak ve kavramak kolaylaşmaktadır.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde Nusret Hızır, Necati Akder, Hamdi Ragıp Atademir, Mehmet Karasan gibi hocaların elinde yetişmek ve Aydın Sayılı, Sevim Tekeli ve Mübahat Türker-Küyel gibi aynı fakülteden yetişen her biri ekolleşmiş hocalarla sıra ve mesai arkadaşlığı yapmak zengin bir entelektüel ortamın önemli bir parçası olunduğunun işaretidir.

Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan İlahiyat Fakültesi’nde Hilmi Ziya Ülken ile birlikte çalışma imkânı, Öner için, yeni bir pencere ve yeni bir formasyon süreci olarak yorumlanabilir. “Tanzimattan Sonra Türkiye’de ilim ve Mantık Anlayışı” (1967) adlı çalışma bu etkinin ürünü sayılabilir. Hilmi Ziya Ülken’in Türk ve İslam düşüncesine yönelik çalışmaları “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966)” ile yakın dönemlere kadar getirilir. Ancak eser şüphesiz tüketici olmaktan çok betimleyici ve seçici bir üslupla kaleme alınmıştır. Öner, öğrencilerine bu eserin bölümleri olan konuları, müstakil tezler şeklinde derinlemesine inceletmiş ve bu alanı Türkiye’de akademik felsefe çalışmaları kapsamında bir geleneğe kavuşturmuştur. Bu damarı Hilmi Ziya Ülken’in “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” (1966) ile başlatacak olursak, Necati Öner’in “Tanzimat’tan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı” (1967), Mehmet Akgün’ün “Materyalizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Etkileri” (1988), Murtaza Korlaelçi’nin “Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi” (1986), Neşet Toku’nun “Türkiye’de Antimateryalist Felsefe Spiritüalizm İlk Temsilciler” (1996) adlı eserleri ve bu yoldan geçerek hazırlanmış olan diğer tez ve araştırmalar artık kurumsallaşmış bir geleneği işaret etmektedir. Dolayısıyla böylece Türk düşüncesi alanında irtibatı sağlayacak çalışmaların yanında yerli ve özgün bir düşünce geleneğinin kurulabilmesinin imkân ve şartları da araştırılmıştır.

Öner’in akademik felsefe ortamında ihmal edilemez bir yönü de klasik mantık alanına yapmış olduğu katkılardır. “Fransız Sosyoloji Okuluna Göre Mantığın Menşei Problemi” (1965), “Tanzimat’tan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı” (1967) ve “Klasik Mantık” (1970) adlı çalışmalarıyla Türkiye’de boşluğu hissedilen alanlarda klasikleşmiş eserler ortaya koymuştur. Bu eserler hâlâ araştırmacılara ve öğrencilere rehber olmakta, yeni baskıları yapılmakta ve başucu eseri konumunda bulunmaktadırlar.

Mantık disiplininin Türkiye’de kurumsallaşması, felsefe ve sosyal bilimler alanlarında okutulması ve anlaşılabilmesi için yürütülen sabırlı faaliyetin ardında Öner’in ayrıcalıklı yeri fark edilmektedir. Mantık dersinin orta ve yüksek öğretimde, müfredatının hazırlanması ve temel ders kitaplarının yazılması çabalarının ardında da hocamızın emeği ve katkısı yadsınamayacak bir gerçektir. Günümüzde Abdülkuddüs Bingöl, Tahir Yaren, İsmail Köz ve onların yanında yetişenler, mantık alanındaki faaliyetleri ile bu etkiyi devam ettirmektedirler.

Hocamızın Türk düşünce ve kültür hayatına hizmetleri sadece eserleri ve yetiştirdiği öğrencileriyle sınırlı değildir. Felsefenin toplumumuzda tanınması, anlaşılması ve kökleşip gelişebilmesi için kurumsal bir yapı ve örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu fark ederek “Türk Felsefe Derneği”[4] (Kuruluşu, 9 Haziran 1987) ve yayın organı “Felsefe Dünyası”[5] (61. sayısına ulaşan dergi çıkmaya devam etmektedir) dergisinin kurulmasına önayak olmuştur. Türk Felsefe Derneği felsefenin bütün alanlarında faaliyet gösteren akademisyenlere açık, alternatif bir akademi gibi işlev görmüştür. Dernek, kuruluşundan bu yana felsefenin çeşitli problem ve konularını kapsayan sayısız konferans ve paneller düzenlemiş ayrıca ortalama en az senede bir düzenlemeyi gelenekselleştirdiği konulu kongrelere imza atmıştır. Kongreler yoluyla çeşitli üniversitelerden gelen felsefeciler hem birbirleriyle tanışmak ve görüş alışverişinde bulunmak imkânı bulabilmişler hem de entelektüel kamuoyuna felsefenin ülkemizdeki varlığı ve temsil kabiliyetini sergilemişlerdir.

Bütün bu faaliyetlerin içerisinde henüz değinilmemiş olan bir hususiyet var ki, o da felsefe yapmak veya felsefe okumak/okutmaktan murad edilen şeyin yakalanabilmesidir. Hocamız felsefe ortamına “felsefi tutum” kavramını hediye etmekle, felsefenin sadece bir bilgi etkinliği olmadığını vurgular. Felsefenin toplum nezdinde ve entelektüel kamuoyunda itibar kazanabilmesi ve takdir edilebilmesi için, doğru bir şekilde temsil edilmesi gerektiğine inanır. Ona göre felsefe okumak ve okutmaktan murad, felsefi tutum sahibi olabilmektir. Felsefi tutumun en belirgin özelliği felsefe kelimesinin türetildiği bilgelik sevgisidir. Dolayısıyla felsefi tutum, gerçek, doğru, iyi ve güzeli aramak, talep etmek, özlemek ve elverdiğince iktisap etmeye çalışmaktır. Böylece felsefi tutum, açık olmayı, tahammüllü ve hoşgörülü olmayı, uzlaşmacı ama aynı zamanda da saygılı bir şüpheciliği muhafaza etmeyi gerektiren bir tutum/tavır alışı barındırmaktadır. Hocamız felsefe ve tefekkürün fildişi kulelere kapanarak başarılacak bir süreç olduğuna inananlardan değildir. O daima insan yetiştirmek, mahfil ve ortam hazırlamak ve düşünce ürünlerini insanlıkla paylaşmaktan yana tavır almıştır. Bir kültürde felsefi düşünce ve tutum yerleşmeden hakiki anlamda gelişme ve kalkınma yaşanılamayacağına göre hocamızın neden felsefi tutum üzerinde ısrar ettiği kendiliğinden anlaşılmaktadır. Felsefi tutum, ideolojilerin ötekileştiren ve çatıştıran tutumlarının karşısında sergilenebilecek bir çıkış yolu hükmünde olup alternatifsiz olunmadığının bilinmesiyle ilişkilidir. Felsefi tutum, bilgi ve değer (ahlâk) ekseninde inşa edilen ve doğru davranış için doğru bilgi ile hareket etmek gerektiğini söyleyen bir tutumdur. Hocamızın daha uzun yıllar sağlık içerisinde felsefe kültürüne ve felsefe ortamımıza katkılarını sürdürmesi dileğiyle bütün öğrencileri adına hürmet, şükran ve muhabbetlerimizi sunuyoruz.

Yorumlar

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.