12 ocak 1906’da Litvanya’da doğdu ve 25 Aralık 1995’te Paris’te öldü. Fransız yahudi filozoflardan biri olarak yirminci yüzyıl felsefesinde önemli bir yer edindi, Yahudi düşüncesini teolojik sınırlarının ötesinde felsefi-etik düşüncenin genişletilmesinde ve geliştirilmesinde işleterek gerçekleştirir bu işlemi; fenomenoloji sonrası yirminci yüzyıl felsefenin oluşumunu doğrudan belirlediğini söylemek yanlış olmaz bu yanıyla.
Levinas’ın ortaya çıkışı, bir anlamda, felsefenin ve etiğin modernizmle birlikte girdiği açmazların çözülmesi iddiasına dayanır. Modernizm çünkü, kapitalist-modernleşme olarak ortaya çıkmış ve bu gelişme ile, toplum-birey çatışması bireyciliğin insanı kendine ve başkalarına karşı sorumsuzlukla biçimlendireceği bir etik-dışılıkla sonuçlanmıştır. Liberal hegemonyanın belirleyiciliğinde “hoşgörü” ve “tolerans” gibi kavramlar da, bu yabancılaşmanın ve etik olanaksızlığın maskesi olmuştur. Bu maske, aynı zamanda “farklılık” kavramını da tehlikeli bir sorun haline getirir. Levinas, bütün bu yabancılaşmanın tüm verileriyle ortada olduğu bir zamanda ve imha edilen gelenekle birlikte, onun ideolojik bir uzantısı işlevi gördüğü için aklın tahakkümüyle çoktan ortadan kaldırılmış bulunan etiğin felsefi savunusuyla ortaya çıkar. Etiği, bütün bu sürecin içinde ama sürecin bütünlüğüne karşı olarak ilk felsefe ilan eder.
Levinas, farklılık temelli etik düşüncesiyle, bu farklılığın, toplumsal ilişkileri çözmek bir yana, insanların birbirinden sorumlu oldukları ya da olacakları zemini oluşturduğunu öne sürer. Bu düşünce, insanların birbirine kayıtsız kaldıkları “tolerans”ı ya da birbirlerine katlandıkları “hoşgörü”yü değil, herkesin herkesten sorumlu olduğu etik anlayışı geliştirmek ister. Levinas’ın felsefi düşüncesi, bu etik kavrayışın kavramsal yapısını ortaya koymaya ve işletilir halde göstermeye çalışır.
Etik üzerine yazılarıyla ve öteki’nin/başka’nın yerini, farklılığın indigenemezliğini vurgulayan, ilksel olana dönmeyi ve ilksel olandan hareket etmeyi veri alan felsefe çalışmalarıyla Levinas bu anlamda etkili olacaktır, kaba bir tanımlama ile belirtecek olursam. Litvanya doğumlu düşünür Fransız felsefesi içinde etkili oldu ve ismi de bu felsefe eğilimi içinde yer aldı. Bugün etik’in ve öteki’nin teorik-politik anlamda önemsenmesi sözkonusu ise bunda Levinas’in belirleyici bir payı oldugu söylenebilir. Felsefi yaklaşımı genel anlamıyla “yüz etiği” olarak adlandırılır, çünkü başkasının yüzü Levinasçı düşüncede, etik varoluşun, insani gerçekliğin başlangıç noktasıdır. Derrida’nın kendisiyle etkileşim halinde olduğunu ve eleştirisine giriştiğini de eklemek yerinde olur başlangıç notu olarak.
Edebi ve felsefi bir ruhsal ortamda yetişen Levinas, eğitimini Strasburg, Freiburg ve Paris’te tamamladı. 1930’da Fransız vatandaşlığına kabul edildi. 1940’ta alman savaş esiri oldu. 1945’te, ailesinin nasyonal sosyalizmin kurbanları arasında olduğunu duyduğunda, bir daha almanya’ya adım atmamaya yemin etti. 1961 yılında, Bütün ve Sonsuz (Totalität und Unendlichkeit) adlı çalışmasıyla doçentlik sınavını verdi ve bu calismasi ilk kendine özgü yaklasiminin belirginlestigi yer oldu. 1967’de, Fransız filizof Paul Ricoeur ile birlikte oluşturdukları Nanterre’de profesör olarak görev yaptı. 1970’te Şikago’daki Loyola Üniversitesinde fahridoktorluk ünvanını aldı. 1973’te Paris Sorbon Üniversitesinde profesör oldu. Aynı yıl, Katolik Löwen Üniversitesinde kendisine fahri doktorluk görevi verildi.
GENEL OLARAK LEVİNAS FELSEFESİ
Levinas’ın felsefesinin iki temel kaynaktan ya da gelenekten beslendiği söylenbilir: Bunlardan ilki ve en başta gelene Edmund Husserl‘in fenomenolojisidir. 1930’da, Husserl’in felsefesi üzerine doktora çalışmasını (Théorie de l’intuition dans la phénoménologie d’Husserl, dt. Die Theorie der Anschauung in der Husserlschen Phänomenologie) yapmış ve yanı sıra Martin Heidegger‘in düşünceleriyle yakından ilgilenmiştir. Fenomenoloji bu anlamda Levinas’in düsüncelerinin olusumunda ilk kaynaktir.İkinci kaynaksa onun yahudi kaynaklara yönelik ilgisinden ileri gelir. Yahudi halkının tarihi, Kutsal Kitap ve Talmud geleneği bu kaynaynakların genel çerçevesi olarak belirtilebilinir.
Levinas, yalın olarak ifade edecek olursak, ilkin Husserl ve Heidegger’in fenomenolojik yaklaşımlarından giderek “ötekilik felsefesi” olarak adlandırılabilecek olan etik bir felsefe yaklaşım geliştirmiştir. Fenomenolojinin fransa’da çeviri ve yorumlarıyla etkili olmasını sağlamasıyla dikkat çekmiş olan Levinas, giderek kendine özgüfelsi tutumunu belirginleştirmeye başlar. Bu yönelim, 1950’ler sonrasında kategorik bir belirginlik kazanacak olan Kartezyen Felsefe’nın eleştirisini içeren bir yönelim olacaktir.
ÖTEKİ VE ETİK
Levinas Ben‘in yerine Öteki‘yi, Aynilik‘in yerine Baskalik‘i öne cikarir. Bu yaklasim temel sebebi, “ilk felsefe” olarak ele aldigi etik yaklasimindan ileri gelir. Cünkü, etik, burada, ötekine duyulan kayitsiz sartsiz sorumluluk duygusu üzerinde kurulur. Ilk baslarda fenomenolojik bir yaklasimla etik’in gercek anlamini ortaya koymaya calisan Levinas, Bütünlük ve Sonsuzluk(“Totalite et infini”) adli calismasinda, etik yönelimli düsüncelerini belirginlestirir.
Ötekinin yüzü, Levinas’a göre, felsefenin başlangıcıdir. Etik felsefenin özgüllügü de, temelini, öteki ile yüzyüze bir ilişkiyi hedeflemesinde bulur.Öteki, Ben’i sorun haline getirir; ötekinin buyruğu beni sorunşallaştirir. Levinas bu yönde giderek fenomenolojiye daha az başvurur, başka kaynaklardan da beslenertek felsefesini gleiştirir. Ben ötekinin yaptığı şeyimdir aynı zamanda. Ben Öteki’yimdir. Levinas kesin bir şekilde, kendi kendisiyle özdeş varsayılan Ben’in, öteki’nin kapsadığı alanı yok ederek kendini daha başlangıçta şiddet yüklü bir şekilde kurmasını sorgular. Bu ontolojik etik yaklaşım ona göre tahakkümcü bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın karşısına yüz etiği denilen bir yaklaşımla çıkar Levinas. Yüzyüze ilişkiyse, Levinasçı anlamda Etik’in temelidir.
Kartezyen felsefenin elestirisini iceren bu yaklasim da Levinas, Deleuze, Guattari, Foucault, Derrida, Homi Bhabba gibi isimlerle temsil edilen elestirel yaklasim bir parcasidir. Bu yaklasimda, yalnizca ben ile ötekiarasindaki iliski noktasinda durulmaz, bu iliskiyi düzenleyen bir “ücüncü“nün varligi da aranir ya da isaret edilir. Öteki ile onun yoketmeyen, yerini gasp etmeyen bir iliski kuruldugunda bu “ücüncü”de kendisini belli edecektir.
Bu “ücüncü”, soyut ve belirsiz bir tasarim olacaktir (adalet, ahlak ya da tanri gibi); ancak ben ile öteki arasindaki iliskileri düzenleyen bir alan olarak namevcudiyetiyle mevcut olan bu alan vardir. Levinasci felsefe, ötekinin indirgenemez ötekiligini ve ücüncünün tüketilemez mevcudiyetini üstlenen bir etik anlayisi oldugundan dolayi, diyaloga önem verir.Yüzyüze iletisimi kendisine temel alan bir yaklasim icin diyalog baslica öneme sahiptir.
BAŞKANIN BAŞKALIĞI
Levinas’ın düşüncelerinin gelişiminde, onun temel yönelimi olarak Başkası’nın/Öteki’nin anlamını kavramak temel önemdedir. Levinas’a göre, başkasıyla ilişkilenme ya da başkasıyla karşılaşma, dünyayla ve kendimizle ilişkimizin kökensel kaynağıdır.
Başkasıyla bu karşılaşma ilk olarak, ötekiyle benim aramda bir asimetriye yolaçar, beni bir Ben yapan bu karşılaşma anı’dır. Levinas bu girişimiyle yalnızca özne kavramı ya da özneliği problematize etmekle kalmaz, aynı zamanda, genel anlamda klasik avrupa felsefesinde yer alan ontolojik bazı meseleleri de sorunsallaştırır. Levinas’ın anlayışında ilk felsefe olarak üstünlük etik’tedir.
Levinas, Husserl ve Heidegger’in yanı sıra, “kollektif bellek” kavramıyla bilinen fransız sosyolog ve filozof Maurice Halbwachs’ın yanında da okudu, düşüncelerinin oluşumunda etkili oldu. Sartre’ın yanı sıra Levinas’ta Husserl’in düşüncelerinin 1930’lardan itibaren Fransa’da etkili olmasını sağladı. Derrida’yla dostlukları sürekli oldu ve postyapısalcı felsefenin oluşumunu belirleyen isimlerden biri olarak yer aldı. Derrida, Şiddet ve Metafizik (Gewalt und Metaphysik) yazısıyla onun üzerine dikkatleri çekti. Levinas’ın temel vurgusu ötekinin/başkasının indirgenemez, sonlandırılamazlığı üzerinedir. Başkası, bu anlamda yalnızca öteki-ben değildir, aksine kesin ve mutlak olarak başkası’dır. Levinas’a göre, başkasının başkalığı, sosyal bilimlerde, özellikle de sosyal-fenomenoloji ve sosyal-psikoloji de genelde yaptıldığı gibi, bir hayalet olarak indirgenebilir değildir.
Levinas’ın ortaya çıkışı, bir anlamda, felsefenin ve etiğin modernizmle birlikte girdiği açmazların çözülmesi iddiasına dayanır. Modernizm çünkü, kapitalist-modernleşme olarak ortaya çıkmış ve bu gelişme ile, toplum-birey çatışması bireyciliğin insanı kendine ve başkalarına karşı sorumsuzlukla biçimlendireceği bir etik-dışılıkla sonuçlanmıştır. Liberal hegemonyanın belirleyiciliğinde “hoşgörü” ve “tolerans” gibi kavramlar da, bu yabancılaşmanın ve etik olanaksızlığın maskesi olmuştur. Bu maske, aynı zamanda “farklılık” kavramını da tehlikeli bir sorun haline getirir. Levinas, bütün bu yabancılaşmanın tüm verileriyle ortada olduğu bir zamanda ve imha edilen gelenekle birlikte, onun ideolojik bir uzantısı işlevi gördüğü için aklın tahakkümüyle çoktan ortadan kaldırılmış bulunan etiğin felsefi savunusuyla ortaya çıkar. Etiği, bütün bu sürecin içinde ama sürecin bütünlüğüne karşı olarak ilk felsefe ilan eder.
Levinas, farklılık temelli etik düşüncesiyle, bu farklılığın, toplumsal ilişkileri çözmek bir yana, insanların birbirinden sorumlu oldukları ya da olacakları zemini oluşturduğunu öne sürer. Bu düşünce, insanların birbirine kayıtsız kaldıkları “tolerans”ı ya da birbirlerine katlandıkları “hoşgörü”yü değil, herkesin herkesten sorumlu olduğu etik anlayışı geliştirmek ister. Levinas’ın felsefi düşüncesi, bu etik kavrayışın kavramsal yapısını ortaya koymaya ve işletilir halde göstermeye çalışır.
Etik üzerine yazılarıyla ve öteki’nin/başka’nın yerini, farklılığın indigenemezliğini vurgulayan, ilksel olana dönmeyi ve ilksel olandan hareket etmeyi veri alan felsefe çalışmalarıyla Levinas bu anlamda etkili olacaktır, kaba bir tanımlama ile belirtecek olursam. Litvanya doğumlu düşünür Fransız felsefesi içinde etkili oldu ve ismi de bu felsefe eğilimi içinde yer aldı. Bugün etik’in ve öteki’nin teorik-politik anlamda önemsenmesi sözkonusu ise bunda Levinas’in belirleyici bir payı oldugu söylenebilir. Felsefi yaklaşımı genel anlamıyla “yüz etiği” olarak adlandırılır, çünkü başkasının yüzü Levinasçı düşüncede, etik varoluşun, insani gerçekliğin başlangıç noktasıdır. Derrida’nın kendisiyle etkileşim halinde olduğunu ve eleştirisine giriştiğini de eklemek yerinde olur başlangıç notu olarak.
Edebi ve felsefi bir ruhsal ortamda yetişen Levinas, eğitimini Strasburg, Freiburg ve Paris’te tamamladı. 1930’da Fransız vatandaşlığına kabul edildi. 1940’ta alman savaş esiri oldu. 1945’te, ailesinin nasyonal sosyalizmin kurbanları arasında olduğunu duyduğunda, bir daha almanya’ya adım atmamaya yemin etti. 1961 yılında, Bütün ve Sonsuz (Totalität und Unendlichkeit) adlı çalışmasıyla doçentlik sınavını verdi ve bu calismasi ilk kendine özgü yaklasiminin belirginlestigi yer oldu. 1967’de, Fransız filizof Paul Ricoeur ile birlikte oluşturdukları Nanterre’de profesör olarak görev yaptı. 1970’te Şikago’daki Loyola Üniversitesinde fahridoktorluk ünvanını aldı. 1973’te Paris Sorbon Üniversitesinde profesör oldu. Aynı yıl, Katolik Löwen Üniversitesinde kendisine fahri doktorluk görevi verildi.
GENEL OLARAK LEVİNAS FELSEFESİ
Levinas’ın felsefesinin iki temel kaynaktan ya da gelenekten beslendiği söylenbilir: Bunlardan ilki ve en başta gelene Edmund Husserl‘in fenomenolojisidir. 1930’da, Husserl’in felsefesi üzerine doktora çalışmasını (Théorie de l’intuition dans la phénoménologie d’Husserl, dt. Die Theorie der Anschauung in der Husserlschen Phänomenologie) yapmış ve yanı sıra Martin Heidegger‘in düşünceleriyle yakından ilgilenmiştir. Fenomenoloji bu anlamda Levinas’in düsüncelerinin olusumunda ilk kaynaktir.İkinci kaynaksa onun yahudi kaynaklara yönelik ilgisinden ileri gelir. Yahudi halkının tarihi, Kutsal Kitap ve Talmud geleneği bu kaynaynakların genel çerçevesi olarak belirtilebilinir.
Levinas, yalın olarak ifade edecek olursak, ilkin Husserl ve Heidegger’in fenomenolojik yaklaşımlarından giderek “ötekilik felsefesi” olarak adlandırılabilecek olan etik bir felsefe yaklaşım geliştirmiştir. Fenomenolojinin fransa’da çeviri ve yorumlarıyla etkili olmasını sağlamasıyla dikkat çekmiş olan Levinas, giderek kendine özgüfelsi tutumunu belirginleştirmeye başlar. Bu yönelim, 1950’ler sonrasında kategorik bir belirginlik kazanacak olan Kartezyen Felsefe’nın eleştirisini içeren bir yönelim olacaktir.
ÖTEKİ VE ETİK
Levinas Ben‘in yerine Öteki‘yi, Aynilik‘in yerine Baskalik‘i öne cikarir. Bu yaklasim temel sebebi, “ilk felsefe” olarak ele aldigi etik yaklasimindan ileri gelir. Cünkü, etik, burada, ötekine duyulan kayitsiz sartsiz sorumluluk duygusu üzerinde kurulur. Ilk baslarda fenomenolojik bir yaklasimla etik’in gercek anlamini ortaya koymaya calisan Levinas, Bütünlük ve Sonsuzluk(“Totalite et infini”) adli calismasinda, etik yönelimli düsüncelerini belirginlestirir.
Ötekinin yüzü, Levinas’a göre, felsefenin başlangıcıdir. Etik felsefenin özgüllügü de, temelini, öteki ile yüzyüze bir ilişkiyi hedeflemesinde bulur.Öteki, Ben’i sorun haline getirir; ötekinin buyruğu beni sorunşallaştirir. Levinas bu yönde giderek fenomenolojiye daha az başvurur, başka kaynaklardan da beslenertek felsefesini gleiştirir. Ben ötekinin yaptığı şeyimdir aynı zamanda. Ben Öteki’yimdir. Levinas kesin bir şekilde, kendi kendisiyle özdeş varsayılan Ben’in, öteki’nin kapsadığı alanı yok ederek kendini daha başlangıçta şiddet yüklü bir şekilde kurmasını sorgular. Bu ontolojik etik yaklaşım ona göre tahakkümcü bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın karşısına yüz etiği denilen bir yaklaşımla çıkar Levinas. Yüzyüze ilişkiyse, Levinasçı anlamda Etik’in temelidir.
Kartezyen felsefenin elestirisini iceren bu yaklasim da Levinas, Deleuze, Guattari, Foucault, Derrida, Homi Bhabba gibi isimlerle temsil edilen elestirel yaklasim bir parcasidir. Bu yaklasimda, yalnizca ben ile ötekiarasindaki iliski noktasinda durulmaz, bu iliskiyi düzenleyen bir “ücüncü“nün varligi da aranir ya da isaret edilir. Öteki ile onun yoketmeyen, yerini gasp etmeyen bir iliski kuruldugunda bu “ücüncü”de kendisini belli edecektir.
Bu “ücüncü”, soyut ve belirsiz bir tasarim olacaktir (adalet, ahlak ya da tanri gibi); ancak ben ile öteki arasindaki iliskileri düzenleyen bir alan olarak namevcudiyetiyle mevcut olan bu alan vardir. Levinasci felsefe, ötekinin indirgenemez ötekiligini ve ücüncünün tüketilemez mevcudiyetini üstlenen bir etik anlayisi oldugundan dolayi, diyaloga önem verir.Yüzyüze iletisimi kendisine temel alan bir yaklasim icin diyalog baslica öneme sahiptir.
BAŞKANIN BAŞKALIĞI
Levinas’ın düşüncelerinin gelişiminde, onun temel yönelimi olarak Başkası’nın/Öteki’nin anlamını kavramak temel önemdedir. Levinas’a göre, başkasıyla ilişkilenme ya da başkasıyla karşılaşma, dünyayla ve kendimizle ilişkimizin kökensel kaynağıdır.
Başkasıyla bu karşılaşma ilk olarak, ötekiyle benim aramda bir asimetriye yolaçar, beni bir Ben yapan bu karşılaşma anı’dır. Levinas bu girişimiyle yalnızca özne kavramı ya da özneliği problematize etmekle kalmaz, aynı zamanda, genel anlamda klasik avrupa felsefesinde yer alan ontolojik bazı meseleleri de sorunsallaştırır. Levinas’ın anlayışında ilk felsefe olarak üstünlük etik’tedir.
Levinas, Husserl ve Heidegger’in yanı sıra, “kollektif bellek” kavramıyla bilinen fransız sosyolog ve filozof Maurice Halbwachs’ın yanında da okudu, düşüncelerinin oluşumunda etkili oldu. Sartre’ın yanı sıra Levinas’ta Husserl’in düşüncelerinin 1930’lardan itibaren Fransa’da etkili olmasını sağladı. Derrida’yla dostlukları sürekli oldu ve postyapısalcı felsefenin oluşumunu belirleyen isimlerden biri olarak yer aldı. Derrida, Şiddet ve Metafizik (Gewalt und Metaphysik) yazısıyla onun üzerine dikkatleri çekti. Levinas’ın temel vurgusu ötekinin/başkasının indirgenemez, sonlandırılamazlığı üzerinedir. Başkası, bu anlamda yalnızca öteki-ben değildir, aksine kesin ve mutlak olarak başkası’dır. Levinas’a göre, başkasının başkalığı, sosyal bilimlerde, özellikle de sosyal-fenomenoloji ve sosyal-psikoloji de genelde yaptıldığı gibi, bir hayalet olarak indirgenebilir değildir.