Yıllar evvel, 20 yıl olmuş, ilkokula başladığımda ve öğretmenimin:“Antrenmanın her dakikasından nefret ediyordum, çalışmak istemiyordum; ama kendime ‘şimdi sabret’ hayatının geri kalanını bir şampiyon olarak yaşa, (Muhammed Ali)” sözünü söyleyip: “İmkansız diye bir şey yoktur,” dediğinde inanmıştım hiçbir şeyin imkansız olmadığına. Çünkü öğretmenim söylüyorsa bir bildiği vardı ve kesin doğru, hakikâtti sözleri.
Bu sözü yıllar yıllar boyunca bir çok yer de tekrar tekrar gördüm. Bu görmelerin aynı sözü defalarca okumanın hiç biri beni yeniden 20 yıl öncesine götürmemişti. Ta ki bu filmi izleyene kadar. Filmi izlerken birden 20 yıl öncesine gittim ve öğretmenimden duyduğum “İmkansız diye bir şey yoktur,” sözüne yeniden bu kadar yürekten inandım.
İmkansız diye bir şey yoktu bu filmde. İmkansız denilen şeyin gerçekleştiğine şahit oluyordum bu film ile yeniden. Bir küçük kız vardı ve dünyası SİYAH’tı. Görmüyor ve duymuyordu. Terkedilmemişti ailesi tarafından henüz ama yalnızlaştırılmıştı. Ta ki öğretmeni ile tanışana kadar.
Öğretmeni için o işitsel fonksiyonlarının ötesinde bir değer taşıyordu ve gerçekten her insanın cevher olduğu inancı boş inanç olmamalıydı. Ve bunu ispatın tam sırasıydı. Görmeyen ve duymayan bir öğrenciye neyi nasıl anlatabilirsiniz?
Öğretmeni ona peyderpey, aşama aşama her şeyi anlatıyordu. “Bu defa başaracağım,” diyordu. Onun ruhuna erişmek istiyordu. Erişmek ve o ruhu şekillendirmek. Çünkü öğretmen ruhlar, demir bir örs üzerinde demiri işleyen demirci gibi, sanatkarıdır.
Ve başardı öğretmen. SİYAH dünya aydınlandı. Öğretmen bir ruhun daha ışığı oldu. İnandı ve başardı. Öğrencisi artık kelimeleri ve anlamlarını biliyordu. Kendisi ise bir şizofren olmuştu.
Roller değişti ve öğretmen öğrenci; öğrenci öğretmen oldu. Öğretmen asla gerçekleşmeyecek olan bir olayın odak merkezinde yer aldı. Asla hatırlayamayacağı şeyleri hatırlıyordu. Bu şizofreni hastaları için imkansız bir durumdu. Bir dakika:
Öğretmen görmeyen ve duymayan öğrencisine tek bir kelimeyi öğretmemişti on yıllar süren eğitim boyunca: İMKANSIZ.
Bu sözü yıllar yıllar boyunca bir çok yer de tekrar tekrar gördüm. Bu görmelerin aynı sözü defalarca okumanın hiç biri beni yeniden 20 yıl öncesine götürmemişti. Ta ki bu filmi izleyene kadar. Filmi izlerken birden 20 yıl öncesine gittim ve öğretmenimden duyduğum “İmkansız diye bir şey yoktur,” sözüne yeniden bu kadar yürekten inandım.
İmkansız diye bir şey yoktu bu filmde. İmkansız denilen şeyin gerçekleştiğine şahit oluyordum bu film ile yeniden. Bir küçük kız vardı ve dünyası SİYAH’tı. Görmüyor ve duymuyordu. Terkedilmemişti ailesi tarafından henüz ama yalnızlaştırılmıştı. Ta ki öğretmeni ile tanışana kadar.
Öğretmeni için o işitsel fonksiyonlarının ötesinde bir değer taşıyordu ve gerçekten her insanın cevher olduğu inancı boş inanç olmamalıydı. Ve bunu ispatın tam sırasıydı. Görmeyen ve duymayan bir öğrenciye neyi nasıl anlatabilirsiniz?
Öğretmeni ona peyderpey, aşama aşama her şeyi anlatıyordu. “Bu defa başaracağım,” diyordu. Onun ruhuna erişmek istiyordu. Erişmek ve o ruhu şekillendirmek. Çünkü öğretmen ruhlar, demir bir örs üzerinde demiri işleyen demirci gibi, sanatkarıdır.
Ve başardı öğretmen. SİYAH dünya aydınlandı. Öğretmen bir ruhun daha ışığı oldu. İnandı ve başardı. Öğrencisi artık kelimeleri ve anlamlarını biliyordu. Kendisi ise bir şizofren olmuştu.
Roller değişti ve öğretmen öğrenci; öğrenci öğretmen oldu. Öğretmen asla gerçekleşmeyecek olan bir olayın odak merkezinde yer aldı. Asla hatırlayamayacağı şeyleri hatırlıyordu. Bu şizofreni hastaları için imkansız bir durumdu. Bir dakika:
Öğretmen görmeyen ve duymayan öğrencisine tek bir kelimeyi öğretmemişti on yıllar süren eğitim boyunca: İMKANSIZ.