“Bir soğan düşünün”, der Ludwig Wittgenstein.
“Bir soğan düşünün. Elinize alıyor ve onu soğan yapan şeye ulaşmak için önce kabuğunu, sonra zarlarını soymaya başlıyorsunuz. Böyle yaparak onu bütün etrafından soyacak ve onun özüne ulaşacaksınız. Onu çözeceksiniz. İnsanın kadim ütopyasına varacak, yani onu nihai olarak anlayacaksınız. Muhteşem. Muhteşem.
Peki, yine düşünün. Soğanı soğan yapan şeye, onun özüne ulaşmak için, soğanı çözmek, onu nihai olarak anlamak için merkezine doğru çıktığınız yolda artık son iki zara kadar geldiniz. Geldiniz ve o son iki zarı da birbirinden ayırdınız. Evdeki hesaba göre, soğanı soğan yapan şeye, onun özüne ulaşmanız gerekiyordu. Ama şimdi, son iki zarı da birbirinden ayırdığınızda, geriye kalan nedir? Hayır hayır hayır! Bu hesabı beraber yaptık, sonuca da bakacağız. Korkmaya hakkımız yok. Gözümüzü kapatmayacağız. Evet, geriye kalan nedir: Hiç. Soğanı anlayacağız diye onu yok ettiniz”.
Bu elbette serbest bir meal. Fakat durum budur. İnsan karşılaştığı her sorunla, o sorun sanki çözülebilir bir sorunmuş gibi muhatap olur. Sorun bir türlü çözülememiş gibi görününce, ye’se kapılır. Hâlbuki Aklı Karışıklar İçin Kılavuz’un yazarından öğrendiğimiz kadarıyla, her sorun çözülebilir bir mahiyette olmayabilir.
Öyle ya, soyup attıklarımız, soğanı soğan yapan şeyler değil mi? Sorunların bazısı çözülebilir ve fakat bazısı da aşılabilir mahiyete sahiptir. Çözülebilir sorunlar için başkasına ihtiyacınız yoktur. Gerekli teknik bilgiyle çözersiniz o sorunu. Çamaşır makinasının nasıl çalıştığını çözebilmek gibi. Ne var ki aşılabilir bir sorunla muhatap iseniz, işte artık derdinizle hemhal olacak bir kişiye ihtiyaç duyacaksınız.
“her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”.
Hatırlayın, soğanı etrafından öyle soyduk, onu sorunsuz hale getirmeye, düzeltmeye öyle gayret ettik ki, bu gayret soğanı yok etti.
“Hâlbuki hakikate susamış iki kişi birbirine ‘gel bu yerden gidelim’ diyebilmelidir”.
Ne yapacağız? Korkmayacağız. Hem dünya, hem insan kusur ile kaimdir. Bize birbirimizi öcü gösteren dünyalık kaygıları tevekküle tebdil edeceğiz. Eylemin hedefi Allah’ın rızasıdır, onu isteyeceğiz. Bir isteyebilsek, göreceğiz, nasıl sökülüyor bayır. Nasıl da düzmüş bu rampa. Hatta bu dimdik açı, esasın gölgesiymiş. Esasa bakacağız.
Bu dünyalık kaygılar, bizi bir yere getirdi. Burada soğanlar değişir, bitmez. Soğanı sonuna kadar soymak da çözümü getirmez. Anlaşılıyor ki, aşılabilir bir sorunla karşı karşıyayız. Öyleyse yine anlaşılıyor ki, birbirimizin derdiyle hemhal oluşumuza muhtacız.
Ne olur korkmayalım.
Gel, gel bu yerden gidelim.
“Bir soğan düşünün. Elinize alıyor ve onu soğan yapan şeye ulaşmak için önce kabuğunu, sonra zarlarını soymaya başlıyorsunuz. Böyle yaparak onu bütün etrafından soyacak ve onun özüne ulaşacaksınız. Onu çözeceksiniz. İnsanın kadim ütopyasına varacak, yani onu nihai olarak anlayacaksınız. Muhteşem. Muhteşem.
Peki, yine düşünün. Soğanı soğan yapan şeye, onun özüne ulaşmak için, soğanı çözmek, onu nihai olarak anlamak için merkezine doğru çıktığınız yolda artık son iki zara kadar geldiniz. Geldiniz ve o son iki zarı da birbirinden ayırdınız. Evdeki hesaba göre, soğanı soğan yapan şeye, onun özüne ulaşmanız gerekiyordu. Ama şimdi, son iki zarı da birbirinden ayırdığınızda, geriye kalan nedir? Hayır hayır hayır! Bu hesabı beraber yaptık, sonuca da bakacağız. Korkmaya hakkımız yok. Gözümüzü kapatmayacağız. Evet, geriye kalan nedir: Hiç. Soğanı anlayacağız diye onu yok ettiniz”.
Bu elbette serbest bir meal. Fakat durum budur. İnsan karşılaştığı her sorunla, o sorun sanki çözülebilir bir sorunmuş gibi muhatap olur. Sorun bir türlü çözülememiş gibi görününce, ye’se kapılır. Hâlbuki Aklı Karışıklar İçin Kılavuz’un yazarından öğrendiğimiz kadarıyla, her sorun çözülebilir bir mahiyette olmayabilir.
Öyle ya, soyup attıklarımız, soğanı soğan yapan şeyler değil mi? Sorunların bazısı çözülebilir ve fakat bazısı da aşılabilir mahiyete sahiptir. Çözülebilir sorunlar için başkasına ihtiyacınız yoktur. Gerekli teknik bilgiyle çözersiniz o sorunu. Çamaşır makinasının nasıl çalıştığını çözebilmek gibi. Ne var ki aşılabilir bir sorunla muhatap iseniz, işte artık derdinizle hemhal olacak bir kişiye ihtiyaç duyacaksınız.
“her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”.
Hatırlayın, soğanı etrafından öyle soyduk, onu sorunsuz hale getirmeye, düzeltmeye öyle gayret ettik ki, bu gayret soğanı yok etti.
“Hâlbuki hakikate susamış iki kişi birbirine ‘gel bu yerden gidelim’ diyebilmelidir”.
Ne yapacağız? Korkmayacağız. Hem dünya, hem insan kusur ile kaimdir. Bize birbirimizi öcü gösteren dünyalık kaygıları tevekküle tebdil edeceğiz. Eylemin hedefi Allah’ın rızasıdır, onu isteyeceğiz. Bir isteyebilsek, göreceğiz, nasıl sökülüyor bayır. Nasıl da düzmüş bu rampa. Hatta bu dimdik açı, esasın gölgesiymiş. Esasa bakacağız.
Bu dünyalık kaygılar, bizi bir yere getirdi. Burada soğanlar değişir, bitmez. Soğanı sonuna kadar soymak da çözümü getirmez. Anlaşılıyor ki, aşılabilir bir sorunla karşı karşıyayız. Öyleyse yine anlaşılıyor ki, birbirimizin derdiyle hemhal oluşumuza muhtacız.
Ne olur korkmayalım.
Gel, gel bu yerden gidelim.