Yazıya Marcel’in iman tanımı ile başlamak din felsefesi serlevhasında konuşulan bir konu için olmazsa olmazdır diye düşünüyorum.” İman, iman etmeme imkânı olduğu halde bu seçimini iman etmekten yana kullanmadır”
Teist filozofların genelde kullandığı bu tanım, iman konusunda ki “isteyerek bilerek bağlanma, özgür bağlanma” gibi kavramların altını önemle vurgulamaktadır. Konumuz inanmak bağlamında olması hasebiyle Marcel’in iman -dolayısıyla inanmak- telakkileri üzerinden gidip onu referans almamızın ziyadesiyle faydalı olacaktır.
Teist filozofların genelde kullandığı bu tanım, iman konusunda ki “isteyerek bilerek bağlanma, özgür bağlanma” gibi kavramların altını önemle vurgulamaktadır. Konumuz inanmak bağlamında olması hasebiyle Marcel’in iman -dolayısıyla inanmak- telakkileri üzerinden gidip onu referans almamızın ziyadesiyle faydalı olacaktır.
Din kavramının genel bir tanımı konusunda ortak bir paydada buluşmak biraz zor. Çünkü her tanım kendi içinde aykırı bir örnekle karşı karşıya kalıyor. Öyle ki her ayrı tanımda onun başka bir yönüne vurgu yapılıyor. Bazen salt dindarane tavrına, bazen sırf iyilikle ilişkilendirilmesine bazen de salt ahlaki monoteizmle yan yana getirilmesine. Örneğin James Martineu’nin belirlenimleri bu kanıyı destekler bir zeminde: “ Din hep hayat sahibi bir Tanrıya, yani âleme hükmeden ve beşeriyetle ahlaki ilişkileri bulunan bir ilahi zihne ve iradeye inanmaktır.”
Her ne kadar ortak bir tanım yapılamasa da genel anlamda din, bireysel ve toplumsal yanı bulunan, düşünce ve uygulama açısından sistemleşmiş, insanlara bir yaşam biçimi sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan kurumdur. İman, koşulsuz bir varlığa koşulsuz olarak aşk, sadakat ve umutla bütün bir samimiyetle bağlanılan bir edimdir.
Tanrıyla dünya arasında düşünülmesi mümkün olan tek bağ yalnızca iman dâhilinde ve iman yoluyla kurulabilir. İman, inanan kişinin yaşamıyla, yani ruh ve beden dinginliği gibi bizzat yaşadığı ancak kanıtlanabilme imkânı olmayan tecrübelerinde bulunur. İmanı objektif ve kanıtlanabilir bir şey haline getirmek onu indirgemek demektir ki bu da onun doğasına hakarettir.. Burada Marcel’ e kulak vermek lazım : ‘’ Varlığı ispatlanabilen bir şey Tanrı olamayacaktır.
Tanrı herhangi bir nedensel ilişkinin herhangi bir varoluşsal içermenin ve herhangi bir doğruluk yanlışlık yargısının ötesindedir’’ Marcel’in bu tavrında Spinoza ve Leibniz’in mutlak determinizmine de bir karşı duruş söz konusudur. Bahsedilen bu iman tavrı, görülebilir olmayan şeylere inanmayı ihtiva etse de bu imanın bir körlük, gözü kapalı bir sıçrayış olduğu anlamına gelmez. Marcel ‘’ gerçek inananın inanmak için dokunmaya yani bilmeye gerek duymadığını ‘’ ifade eder. Burada imanın mücerret hakikatler toplamına indirgenmesi söz konusu değildir.
İman ve din bahsini bu şekilde açtıktan sonra, dinin felsefi açıdan ele alınması, üstünde düşünülmesi ve tartışılması demek olan ‘’din felsefesi’’ ni anlamamız ve doğru yorumlamamız daha rahat olacaktır. Öncelikle şu noktayı vurgulamak gerek. Din felsefesi kavramı Avrupa kültür dünyasında ortaya çıkmış ve oradaki kültürel sorunlara bağlı olarak tartışılmış ve kavramlaştırılmıştır. Alman düşünürü Hegel’in 1832’de yayınlanan “Din Felsefesi Üzerine Konferanslar” adlı yapıtından bu yana bir "Din Felsefesi"nden söz edilmektedir. Hegelin konvansiyonel ve sentezci tavrı din ile felsefe alanlarında da kendini göstermiş ve büyük tepkiler almıştır. Dönemde felsefe ve din birbirlerine alternatif iki kurum gibi görülmekteydi. Öyle ki:
Pascal: Dinî inançlar aklın ötesindedir
Kierkegaard: Dinî inançlar irrasyoneldir
Wittgenstein: Akıl ile dini inanç birbirinden farklı düşünme tarzlarıdır.
gibi görüşler mevcut idi. Hayatın her yanı ile ilgilenen din ile felsefe, konu ve problemleri itibarıyla yan yanadır; mamafih yöntemleri farklıdır. Din felsefesi, dinin temel iddiaları hakkında akılcı, kapsamlı ve tutarlı bir şekilde düşünmektir. Dinin doğası, özü, değeri hakkında fikir yürütmektir; dini, düşünme konusu yapmaktır.
İman ve din bahsini bu şekilde açtıktan sonra, dinin felsefi açıdan ele alınması, üstünde düşünülmesi ve tartışılması demek olan ‘’din felsefesi’’ ni anlamamız ve doğru yorumlamamız daha rahat olacaktır. Öncelikle şu noktayı vurgulamak gerek. Din felsefesi kavramı Avrupa kültür dünyasında ortaya çıkmış ve oradaki kültürel sorunlara bağlı olarak tartışılmış ve kavramlaştırılmıştır. Alman düşünürü Hegel’in 1832’de yayınlanan “Din Felsefesi Üzerine Konferanslar” adlı yapıtından bu yana bir "Din Felsefesi"nden söz edilmektedir. Hegelin konvansiyonel ve sentezci tavrı din ile felsefe alanlarında da kendini göstermiş ve büyük tepkiler almıştır. Dönemde felsefe ve din birbirlerine alternatif iki kurum gibi görülmekteydi. Öyle ki:
Pascal: Dinî inançlar aklın ötesindedir
Kierkegaard: Dinî inançlar irrasyoneldir
Wittgenstein: Akıl ile dini inanç birbirinden farklı düşünme tarzlarıdır.
gibi görüşler mevcut idi. Hayatın her yanı ile ilgilenen din ile felsefe, konu ve problemleri itibarıyla yan yanadır; mamafih yöntemleri farklıdır. Din felsefesi, dinin temel iddiaları hakkında akılcı, kapsamlı ve tutarlı bir şekilde düşünmektir. Dinin doğası, özü, değeri hakkında fikir yürütmektir; dini, düşünme konusu yapmaktır.
Din Felsefesi genel olarak metafizik ve kozmolojik sorunlar, Tanrının varlığı, evrenin yaratılışı, insanın evrendeki konumu ve önemi, bilgi kaynağı olarak vahiy ve dinsel deneyimler, inanç, bilme, kuşku, sanı, kanı gibi kavramların incelenmesi ve eleştirisi, dinsel yargıların ve hükümlerin, dil ve mantık açısından eleştirisi, din, ahlak, sanat, felsefe, bilim ilişkileri gibi sorun ve konuları ele alır.
Din Felsefesi, din ile felsefeyi uzlaştırma çabası değil, din olgusunun felsefenin ışığında ele alınarak değerlendirilmesidir. Din felsefesinin temel amacı insanın din olgusuna karşı sergilemesi gereken temel tavrı kazandırmak olmalıdır. Kendi başına bir din savunusu ya da din karşıtlığı gibi düşünmek yanlıştır. Kaldı ki olması gereken fideist bir bakış açısıdır. Yani akıl bizi bir yere kadar götürür sonraki merhale gönül meselesidir mutlak bir vecd halidir.
Din Felsefesi, din ile felsefeyi uzlaştırma çabası değil, din olgusunun felsefenin ışığında ele alınarak değerlendirilmesidir. Din felsefesinin temel amacı insanın din olgusuna karşı sergilemesi gereken temel tavrı kazandırmak olmalıdır. Kendi başına bir din savunusu ya da din karşıtlığı gibi düşünmek yanlıştır. Kaldı ki olması gereken fideist bir bakış açısıdır. Yani akıl bizi bir yere kadar götürür sonraki merhale gönül meselesidir mutlak bir vecd halidir.