“idrâk seviyemize göre inşa ederiz”
Turgut Cansever
Sanat eseri, insan muhayyilesinin bir tezahürüdür. Fakat hakiki bir eser sadece muhayyile/ hayal gücü neticesinde ortaya çıkamaz. Muhayyile, sadece bunun başlangıç noktasıdır. Eğer bir sanat eseri sadece hayal gücüne isnat edilirse, bu sanat eseri kalıcı olamaz. Bir süre sonra ya unutulur yahut yok olur gider. Bunun içindir ki tasavvur ve muhayyile ilimle desteklenmelidir. Çünkü bu iki ögenin menbâı ilimdir. İlim olmadan tüm tasavvur ve muhayyileler noksan kalır.
Muhayyile ve tasavvur ilimsiz noksan kalırsa ilim ne ile başlar.? İlim, insanın kendi ‘Ben’ini bilmesiyle başlar. Bunun neticesinde varlık ve âlemin idrâk edilmesi mümkün olabilir. Yunus Emre’nin de dediği gibi; ’Bir ben vardır benden içerü.’ Yani, varlık olarak insanın içinde ve dışında bir âlem vardır. İnsan iç âlemini tanımadan ve bilmeden kendi dışında var olan âleme dair bir kelam edemez. Evvela kendi ‘Ben’ini tanıma gayretinde olmalıdır. ‘Ben’, âlem ve varlık arasında bir yerdedir. Varlık olarak âlem, âlem olarak varlık.. İnsan, hem âlemin içinde bir varlıktır hem de varlığın içinde bir âlemdir. Âlemi bilmek, varlığı bilmekle mümkün olabilir. Varlığı bilmek ise kendini bilmekle mümkün olabilir. Bu durumda bilmenin yegâne anahtarı da insandır.
İnsan, bilinç sahibi bir varlıktır. Bilincin farkında olmak, âlem ve varlığı idrâk etmekle mümkün olabilir. Dışarıda bir şeyler var ve ‘ben’ bunun neresindedir.? Eğer iç içe halkalar olarak tasavvur edersek, en iç halkada idrâk eden varlık ve bilinç olarak ’ben’ vardır. İkinci halkada ‘varlık’ vardır. Ve son halkada ise ‘âlem’ vardır. Bu idrâk ve bilinç neticesinde bir şeyler hakkında konuşulabilir.
Dil, Kültür Ve Medeniyet
Konuşma ve idrâk, insanın içinde bulunduğu medeniyet ve kültürle şekillenir. Kültür ve medeniyet ne derecede kemal bulmuş ve kendini tamamlamışsa inşâ olunan şey de o derecede mukavemetli olur. İnsan, içinde yetiştiği kültür, medeniyet ve ilmi terbiye ile istidatları nispetinde inşâ ettiği varlık ve âlemi tasavvur eder. İnsanın düşündüğü, konuştuğu, zihin dünyasında tasavvur ettiği, dile getirebildiği ve getiremediği her şey için geçerlidir.
Yine Turgut Cansever; ‘Bilinci biçimler dünyasına yansıtmaktır, yapmak istediğim.’diyor. Bu mümkün olabilir mi? Yani, zihin dünyasında, bilinçte olan bir şey biçimler dünyasına yansıtılabilir/dönüştürülebilir mi? En başta da dediğimiz gibi, ‘idrâk seviyemize göre inşa ederiz.’ Bu seviye, kültür ve medeniyetin neticesindendir. Her eser, müessirin kanıtı olduğu gibi kültür ve medeniyetin de delilidir. Bu usül ve kâideden yola çıkarak, hakiki bir sanatkâr zihninde var olanı eser üzerinde tasavvur eder ve o nazarla teşekkül eder. Şu misal ile açıklamak yerinde olur. Bir heykeltıraş heykelini yaparken, düşünce ve taşı birbirinden ayrı şeyler değildir. Yani, düşündükten sonra onu taşa nakşetmez. O taşla birlikte düşünür. Bizim sanat ve mimârimizde ise sadece düşünce ve nesne bir düşünülmemiştir. Düşünce, imân ve ilim birliktedir. Bu sebeple tasavvur/ tefekkür ne kadar derin ise eser okadar tesirli inşâ edilir. Bir şâir ilmi ile teşekkül eder. şâirin teşekkül etmesi cisimle/ maddeyle değildir. Şâir, konuşarak ve yahut bir eser neşrederek inşâ eder. Onun mekânı gönül, malzemesi kelimeler ve bunların inşâ eden aracı ise dil’dir. Dil olmadan şâir de olamaz neşir de, mekân da olamaz inşâ da. Olanlar dille ve dilde mümkün olanlardır. Olmayanlar ise dilin imkânsızlığı ve sınırlılığı içerisindedir. Yani, ancak idrâk edilenler inşâ edilebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkür ederiz.