SEYYİD KUTUB – YOLDAKİ İŞARETLER (ÖZET VE İKTİBAS)

Arka Kapak Yazısı:

“Bu inancı benimseyenlerin sayısı üç kişiye ulaşınca, o inancın bizzat kendisi onlara şöyle der: Siz şimdi, bir cemaatsınız, bağımsız bir İslam cemaati. Bu inancı benimsemeyen ve bu inancın temel değerlerini üstün saymayan cahiliye toplumundan sıyrılmış bir cemaat.”

Kitabı Okurken Altını Çizdiğim Yerler:

İşte sayılan bütün bu yüksek değerlere sahip “yeni bir dünya düzeni” olmaya layık tek sistem İslam’dır.

16. yüzyıldan itibaren başlayıp 18. ve 19. yüzyıllarda zirveye ulaşan deneysel bilimlerdeki uyanış, artık dönemini tamamlamış, ulaşması gereken yeni bir aşama kalmamıştır.

Yine bu dönemde, yani 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan, “bölgecilik”, “ulusalcılık” gibi bölgesel temellere dayalı toplumsal çıkışlar da fonksiyonunu tamamlamıştır; onların da insanlığa sunacağı yeni bir şeyleri yok…

Son tahlilde bireyci ve toplumcu düzenler de iflas bayrağını çekti…

En zor anların yaşandığı bir dönemde, insanlığa yeni bir dünya düzeni sunmak için sahneye çıkma sırası artık İslam’a gelmiştir; Bu dönem artık “ümmet” dönemidir. İlk insanın yaratıldığı günden itibaren, Allah’ın yeryüzünde halifesi olmak üzere sözleştiği günden beri, yeryüzünde gerçekleştirilen insani yaratıların hiçbirisini yadırgamayan, aksine özel şartlar altında bir tür Allah’a ibadet kabul eden ve insanın varoluş amacını gerçekleştirmek için bir vesile telakki eden İslam’ın dönemi… (Sayfa 9)

Yeryüzünün hiçbir yerinde Allah’ın şeriatı dışında kalan sistemleri toptan reddedip bizatihi Allah’ın şeriatını uygulayan bir toplum olmadığı halde, günümüzde İslam adına hayatla ilgili yasalar, düzenlemeler, çözüm önerileri ve programlar üretmek isteyen kimseler bu dinin doğal karakteristiğini, insan hayatında ne yapmak istediğini, Allah’ın kendilerinden neyi istediğini algılayamamış kimselerdir.

Bu kimseler insani kuramlara, yöntemlere benzemesi için dinin doğal karakteristiğini, yönetimini ve tarihini değiştirmek istiyorlar. Benliklerinde taşıdıkları kısa vadeli arzulara ulaşmak için yürüdüğü yolda dine hızlı adım attırmak istiyorlar. Ruhlarında taşıdıkları bu arzu, basit insani düzenler karşısında, yenilgiye uğramalarına neden oluyor. Onlar bu dinden, gelecekte karşılaşılması muhtemel problemlere karşı, varsayıma dayalı çözümler üreten kurumsalbir sistem haline gelmesini istiyorlar. Halbuki Cenab-ı Hak bu dinin kendi istediği gibi olmasını istiyor. Yürekleri dolduran, vicdanlar üzerinde egemenliğini tam olarak kuran bir akide olmasını…Espirisi insanların sadece Allah’ın önünde eğilmeleri, O’nun dışında kalanların koydukları şeriatlara itibar etmemeleri olan yetkin bir inanç sistemi…İnanç sistemleri bu niteliklere sahip olan bir insan (cemaat) topluluğu bulunduğu zaman, toplumun yönetimini de kendi egemenliklerine aldıklarında, ancak o zaman şeriat, onların gerçek ihtiyaçlarına karşı yasal düzenlemelerde bulunmaya başlar, gerçek hayatlarını düzenleyebilir. (Sayfa 41 – 42)

Bizi çevreleyen cahiliyye, bazı ihlaslı İslam davetçilerinin sinirsel yapıları üzerinde baskılar yaratıp İslam’i yöntemi uygulamada aceleci davranmalarına neden olduğu gibi, zaman zaman onları şu sorularla köeye sıkıştırmak istemektedir: Kendisine çağırdığınız orjinal düzeninizin detayları nelerdir; onu uygulayabilmek için, çağdaş araştırma yöntemlerine uygun hangi bilimsel araştırmaları gerçekleştirdini?.. Hangi hukuki bulguları elde ettiniz?. Sanki, günümüzde İslam şeriatini icra etmek için, insanların tek eksiği İslam fıkhını araştırmak ve fıkhi hükümler çıkarmakmış gibi! Sanki insanlar Allah’ın egemenliğine tamamen teslim olmuş, O’nun şeriatı uyarınca yöneltilmeye razı olmuşlarda sadece çağdaş araştırma yöntemlerine uygun araştırma yapıp fıkhi hükümler çıkarabilecek müctedidler bulamıyorlar!.. Bu dine bütün yüreği ile saygı duyan herkesin yüreğinden, kafasından söküp atması gereken, ciddiyetten yoksun gülünesi bir alaydır bu. (Sayfa 52)

Cahiliyye anlayışı salt bir kuram değil de böylesi aktif, organize bir toplumda temsil edildiği için, onu ortadan kaldırıp insanları bir kez daha Allah’a çevirmek için girişilecek mücadelenin salt bir kuramdan ibaret kabul edilmesi kesinlikle doğru bir şey değildir.(Sayfa 57)

Kuramsal yönden bu ilkeyi yerleştirmenin anlamı, insanların, hayatın tüm aşamalarında Allah’a dönmeleri, yaşamın hiçbir merhalesinde kendi başlarına yargıda bulunmayıp bütün alanlarda mutlaka Allah’a uymaları ve O’na başvurmaları gerekir. Allah’ın söz konusu bu hükmünü de kendilerine tebliğ eden tek kaynaktan öğrenmelidirler. Bu tek kaynak ise Allah’ın Elçisidir. Sayfa 58

“De ki: Amel bakımından en çok ziyana uğrayanları bildireyim mi? Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de güzel şeyler yaptıklarını sanan kimseler…”,

“İşte onlar Rab’lerini ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar eden, bu nedenle yaptıkları boşa çıkmış kimselerdir. Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayacağız. İnkar ettikleri, ayetlerimi ve elçilerimi alaya aldıkları için onların cezası cenennemdir.” [Kehf.18: 103, 106].

Yüce Allah doğru söylemiştir. (Sayfa 65)

Tirmizi kaydediyor: adiy b. Hatem’den; “Adiy, Allah elçisinin İslam’a davet mesajı kendisine ulaşınca, kurtulurum umuduyla Şam’a kaçmıştı. Zira o, cahiliyye döneminde hristiyan olmuş birisi idi. Adiy, Şam’da bulunduğu sırada kızkardeşi ve bazı yakınları, müslümanlarca esir alınmıştı. Resulüllah, kızkardeşini Adiy’e bağışlayarak azad etmişti. Sebest kalan kadın, kardeşinin yanına döner ve Adiy’in İslam’a ısınmasına çalışır. Bunun üzerine Adiy bizzat Resullulah’ın yanına gelirken onu gören insanlar, onun huzura gelişinden sözediyorlardı. Nihayet Adiy boynunda sılı gümüş bir haç ile birlikte Allah Resul’nün huzuruna girdi. O sırada Peygamber şu ayeti okuyordu:

“Onlar hahamları ve Rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler…” (Tevbe, 9: 31)

Adiy diyor ki: Ben bu ayeti duyunca, yahudi ve hristiyanların, onlara bilfiil tapmadığını söyledim. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Hayır öyle değil. Onlar insanlara, Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kıldılar (değil mi?) bu, onlara kulluk etmeleri (tapmaları) anlamına gelmektedir.” (Sayfa 79)

Müslüman cihada çıkmadan önce en büyük savaşı kendi nefsinde şeytana ve nefsi hevasına (dizginlenemeyen isteklerine) şehevi duygularına, bitmek bilmeyen ihtiraslarına, menfi yöndeki eğilimlerine; kişisel, ailesel, kabilesel ve ulusal çıkarlarına, kısaca İslami değerlerin dışında kalan tüm değerlere karşı en çetin savaşı başarı ile verir. Bunu gerçekleştirmesinin ardından Allah’ın yeryüzüne müteallık olan hakimiyet hakkını gaspeden tağuti düzenlerin iktidar merciinden uzaklaştırılıp yerine Allah’ın mutlak hakimiyetini yeniden yerleştirmek, ona işlerlik kazandırmak için, bu amacı engelleyen tüm zalim ve şer güçlerle en büyük cihada girişir.(Sayfa 97)

… Kur’an:

“Hüküm yalnız Allah’a aittir; O kendisinden başkasına kulluk etmememizi buyuruyor; işte dosdoğru din budur..” (Yusuf, 12: 40)

“Kim Resul’e itaat ederse gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4: 80), buyurmaktadır.

Bu kesin, öz ve mutlak ifade, İslam’ın dinamizmi, aktivitesi ve hakikatinin temel gerekleri hakkında şu ayırdedici ve özlü ifadeleri kullanma imkanını veriyor bize:

(1) Kelime-i Tevhid, İslam toplumunun doğal yapısının boyutlarını belletir bize.

(2) Şehadet cümlesi, İslam toplumunun nasıl meydana gelceğini bize anlatıyor;

(3) Şehadet kelimesi, İslam’ın, cahiliyye toplumlarına karşı başkaldırma yöntemini bize tanımlıyor; ve

(4) İslam’ın insani hayatın baskılarına karşı direnme metodlarını bize öğretiyor. Sayfa 110 – 111

“Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Dinin de her zaman O’na has kılınması gerekir. Siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl, 51, 52)



“De ki:’venim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir;

Onun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ve ben müslğmanların ilkiyim.” (En’am, 6: 162 – 163) Sayfa 111

“Rasül size neyi verdi ise onu alın; size neyi yasakladıysa onsan sakının…” (Haşr, 59: 7). Sayfa 112

Onlara hoş görünmek derdine düşerek İslam’ı olduğundan başka bir biçimde kesinlikle sunmayacağız insanlara… Onların şehevi tutkularını, tahrife uğramış düşüncelerini, dünya görüşlerini kesinlikle övmeyeceğiz. Son derece şeffaf davranacağız onlara. Açıça diyeceğiz ki; içinde yaşadığınız şu cahiliyye düzeni var ya işte o tamamen necistir; Allah İslam’a ve O’nun dünya düzenine inanarak temizlemek istiyor sizi. Şu ortamdaki tutum ve davranışlarını nahoştur; Allah sizin bu çirkin tutum ve davranışlarınızı İslam’la güzelleştirmek istiyor. Yaşadığınız şu hayat son derece bayağıdır; Allah istiyor ki, İslam’la yükselesiniz. Yaşamınızda son derece kötümser, son derece hinilist, son derece sıkıntı içerisindesiniz. Allah yaşamın bu dayanılmaz ağırlığını sizden hafifletmek, sizi boşluktan, kötümserlikten, nihilistlikten kurtarmak, size rahmet etmek, sizi mutlu etmek istiyor. (Sayfa 198)

Ebu Osman En-Nehdi anlatıyor: “Muğire”, köprünün yanına gelip karşıda duran İranlıların yanına geçtiğinde kendisini yanlarına oturttular. Kendisine musaade etmesi için komutan Rüstem’den izin istediler. Kendilerini güçlü göstermek amacıyla pek bir değişiklik yapmadılar görünüşlerinde.

Krargaha yürümek üzere Muğire yola koyuldu. Orada bulunan topluluk, ihtişamlı bir hava içerisinde idiler. Üzerlerinde altın işlemeli elbiseler, başlarında altın işlemeli taçlar vardı. Karargaha giden yolun yaklaşık üç veya dört yüz metrelik bölümünü halı ile döşemişlerdi. Komutanlarının katına, halı döşeli bu yol ile ulaşılıyordu anca.

Elinse örgülü ve dört çatallı kıl kamçısı bulunan Muğire yürüyerek karagaha vardı. Karargahta kendisine gösterilen koltuğa oturupkoltuk yastığına yaslandı. Komutanın adamları Muğirenin üzerine çullanıp onu hayli tartakladılar. Muğire biraz kendine gelince onlara şöyle dedi:

“Sizin hakkınızda efsaneler duymuştuk fakat inanın sizden daha alçak, daha beyinsiz bir kavme şimdiye kadar rastlamamıştım. Biz araplar birbirimizle aynı seviyedeyiz; savaş olmadığı sürece birbirimizi köleleştirmeyiz. Toplumsal yapı içerisinde bizim eşit seviyede olduğumuz gibi sizin de eşit seviyede olduğunuzu sanıyordum. Bir kısmınızın diğerinizi tanrı edindiğini bana söyleseydiniz, şu an yaptığınızdan daha güzel bir iş yapmış olurdunuz. Toplumsal yapınız içerisindeki bu durumunuz kesinlikle doğru bir durum değildir. Bizler kesinlikle sizin gibi yapmayız. Aslında ben size gelmeyecektim fakat siz çağırdınız. Şimdi şunu öğrendim ki sizin işiniz bitiktir, kesinlikle yenilmişsiniz. Bu düşünceler ile bu yaşama biçimiyle hiçbir saltanat payidar olamaz.”(Sayfa 216)

BU YAZI DOĞU BLOĞU ADLI WORDPRESS HESABINDAN ALINMIŞTIR.

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.