Nurettin Topçu’da Hürriyetin İmkânı ve İmkân Çokluğu Karşısında İradenin Döngüsel Hareketi
Nurettin Topçu felsefesine (metafiziğine) bir giriş niteliğinde olacak bu tebliğde meramımızı hürriyet ve irade kavramları temelinde, bilgi ve hareket kavramlarıyla birlikte yapacağımız araştırma üzerinden anlatmaya çalışacağız. Bir ahlâk felsefecisi olarak Topçu, tutarlı ve bütüncül gayretiyle ülkemizde kendi felsefî çevresini oluşturabilmiş, Hareket Felsefesi’nin Türkiye’de kurucu fikriyatını düzenlemiştir. Ferdiyetçilikten uzak ancak fert üzerinden adım atarak, şahsiyetin unsurlarını mutlak kaynağa bağlamış ve ferdin yaşantısını, bitişi Sonsuz’da olması gereken bir süreç olarak değerlendirmiştir. Yegâne niyet ve amaç mutlak kaynaktan alınan kuvvetle mutlak’a kavuşmaktır. Ahlâkî şahsiyet sürecin metafizik geriliminin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Topçu, ahlâkı insan hareketinin metafiziği olarak nitelendirirken bizim söylemimizin kaynağına işaret ediyor.
İnsan hareketinin sınırını, tutarlılığını ve bir süreç olarak mahiyetinin sorgulaması öncelikle kaynağının sorgulanması ile mümkün oluyor. Fert, hareketi bir kuvvet olarak mutlak hürriyet kaynağına bağladığında mahiyetin zenginleşmesi ve sınırlı çerçeveden kurtulup sınırsız bir bütünlüğe kavuşması kaçınılmazdır. Bizim de bu tebliğ ile aktarmaya gayret edeceğimiz mesele; hürriyetin mutlak bir kuvvet haline dönüşmesi ile bu kuvvetin döngüsel bir hareketle gerçekleştirdiği üretimin metafizik mahiyetini incelemek olacaktır.
Hürriyet
Kavram araştırması yapma gayreti, bizi soruya yönelten eylemdir. Hürriyetin anlamını araştırmak; neliğini, kaynağını, bağlamını sorgulamak demektir. Hürriyetin anlamı nedir? Hangi havram ve değerler bağlamında konuşulabilir? Kavramı işlevsel kılan şartlar nelerdir? Bu sorular bize kavramın kendinde anlamını verecektir. Böylelikle insanın hür bir varlık olmasındaki imkânın gözetilmesi de gündeme gelecektir.
İlk adımda hürriyet, bir kuvvettin adıdır. Kuvvet olması demek, her anda bir potansiyel olarak var olduğunu ve karşısında kuvvet olarak durduğu kimi olguların da varlığını temsil ve ifade eder. Hürriyet, ferdin iç ve dış zorunluluk alanlarına karşı eşzamanlı bir eylemin uygulanması; bir karşı koyuş ya da bir seçme işleminin gerçekleştirilmesini mümkün kılan bir kuvvettir. İmkânlar arasından imkânlar yaratan bir sabitedir. Hangi alana ait olursa olsun, zorunlu durumlar arasından bir imkânın yaratılmasını sağlayacak kuvvet olan hürriyet işlevsel kılınmalıdır. Bunu yapabilmenin önkoşulu ferdin dışında konumlanan varlık alanındaki dış determinizmin varlığına bir iç determinizm mekanizmasıyla karşı koymaktır. Öncelenmesi ve gündeme getirilmesi gereken kuvvet, ferdî iradede mukim olan kuvvettir. Topçu’ya göre hürriyetin manası şöyledir;
Hürriyet, dıştaki determinizmin yerine benliğin determinizmini, bir iç determinizmini koymaktan ibarettir ve iç determinizmin gücü, hürriyetimizin de gücünü gösterir. Gerçek hürriyete sahip insan, görülüyor ki, birçok hareketleri yapma iktidarından sıyrılmış, kendini kurtarabilmiş insandır. Her şeyi yapabilen bir şakî, her türlü suçu işlemeye kabiliyetli bir psikopat hür değildir. Bilâkis pek çok hareketleri yapmak kudretsizliğine irade ile sahip olan kimse hür olabilir. Zira hür olan irade, yalnız sürükleyici kuvvetin harekete geçmesinden ibaret değildir. Onda iki kuvvet hâkimdir: Biri harekete geçme kuvveti, yani itici kuvvet. Öbürü yasak edici kuvvet, yani frenleme kuvveti.
Hürriyet, anlaşılıyor ki yapısal olarak iki yönde çalışıyor. Seçme durumundaki iradenin frenleme ve harekete geçme kuvvetini potansiyel konumdan eylemlilik durumuna geçirmesi. İyi ile kötünün birlikte bir imkân olarak ortaya çıkışı, ferdi iyiye iten kuvvetin ya da başka bir anlamda kötüye karşı frenleyen kuvvetin ortaya çıkmasını sağlar. Buna göre hürriyetin bir imkân olarak gerçekleşmesi, öncelikle ferdin özneleşmesi; eşya ile münasebetinde insanın imkân çokluğu ile karşılaşması gerekiyor. Daha sonraki gereklilik ise iradî hareketin hayata geçirilmesi, yani kuvveden fiile giden sürecin bağlamının irade ile kurulabilmesi.
İtici ve frenleyici kuvvetin harekete dönüşmesinde “şuur ve irade” birincil derecede önemlidir. Şuur ile bu süreci işleten fert, süreç süreğenliğe kavuştuğunda her hareketini hür bir şekilde gerçekleştirir. Aklî, ilmî, sezgisel ya da varlık durumlarından herhangi birine ilişkin şuur göstergesi, hürriyetin iradî bir eylemle potansiyellikten varlık kazanmaya doğru ilerlemesini sağlar. Frenleyici kuvvet, burada hareketin yitimi, statik konuma gerilemesi anlamında işlevsizlik getirici bir olgu değildir. Aksine hareketin sürekliliğini sağlayan öğelerden biridir. Hareketi düzenler, kontrol eder ve ferdin kendini tenkit etmesine imkân sağlar. Böylelikle hür ferdin iradî hareketi itici ve frenleyici kuvvetlerin dengesi oluverir. ‘İyi veya kötü, itici, harekete sürükleyici kuvvetlerin ferdi harekete geçirmesi anından başlayarak yasak edici, frenleyici kuvveti de harekete geçirmesini bilen insan, hürriyetin sırrını yakalamış demektir. Şu halde hürriyet, ferdi harekete geçirici çok ve çeşitli kuvvetlerin karşısına frenleyici kuvveti çıkarmak demektir. Bu ikinci kuvvet, hareketi durdurmuyor, düzenliyor, kontrol ediyor; harekete kâh şiddet, kâh hafiflik kazandırıyor; kendi kendisini tenkit ettiriyor; kendi hükümlerini kendine verdirtiyor. Böylelikle hür hareketimiz, harekete sürükleyici kuvvetlerle frenleyici kuvvetlerin tam bir âhenginden ibaret oluyor.’
Hürriyetin, ferdin sahip olduğu harekete geçirici, düzenleyici, kontrol edici bir kuvvet olduğunu söylemek, hürriyet (kuvve) durumundan hareket (fiil) durumuna geçiş için bir bağlama (irade) ihtiyacımız olduğu düşüncesini uyandırıyor. İrade; tekil bir kavram olarak da değerlendirilebilir ancak iç tutarlılık ve bütünlük bağlamı üzerinden konuşulacaktır.
Nurettin Topçu iradenin hürriyetle ilintisini anlatırken hürriyetin spiritüalist mahiyetine de vurgu yapar. Ruhî hürriyet bu anlamda ruhî kuvvet anlamına da geliyor. Herhangi bir otoritenin zorlaması olmadan, mekanik bir sürecin haricinde şuur ile birleşen irade hürriyeti sağlıyor. İrade, hürriyet (kuvvet) ile hareket (fiil) arasında yürütücü bir işlev görür ve hürriyetin her daim dinamik bir konumda bulunmasını sağlar. ‘Medenî insan kendinde şuurlu hürriyeti yaşatıyor. Bu hürriyet, düşünen canlıda yani insanda tanıdığımız iradenin kendisine çevrildiği gayedir. Buna ruhî hürriyet derler. Şöyle tarif edildi: İçten veya dıştan iradeye yabancı hiçbir kuvvet tarafından zorlanmaksızın bizzat kendi seçimi ile kendi kendisini belli bir harekete zorlamak hususunda iradenin sahip olduğu kudrettir.’
Şuur bize gösterecektir ki, hürriyet imkânı daha önce değindiğimiz gibi imkânların varoluşundan ve bizde bir etkileşime giriyor oluşlarından önce zaten bulunuyor. Hürriyet bir kuvvet olarak harekete geçiş sürecinde, irade ile seçerek imkânlar arasından en mümkünü, zorunluluğa, içerideki zorunlu seçime dönüştürür ve bizdeki Allah iradesine uygun olanı hayata geçirir. Seçme/seçmeme kuvveti olarak hürriyet, dışarıdan ve içeriden ferdin karşısına çıkan otoriteler, ihtiraslar, iştihalar ile aslî iradeye uygun ilkeler arasından bir imkân çokluğu arasından eleyerek ve sonrasında eyleyerek tekilleştirmeye, imkânları zorunlulukta birlemeye gayret etmelidir. Seçileni harekete geçerek gündeminde somut olgusallık çerçevesinde tutan fert, buradan bilgiyi üretir. Bilgi, hür iradenin seçiminin eylemselleştiği yerde açığa çıkan şeydir. Ona bilgi olma niteliği kazandıran olgusal anlam ise hakikat ve mutlak irade ile uyumlu olması; hakikate yakın olmasıdır.
İrade
İradenin hürriyet ile hareket arasında bir bağlam, kuvveden fiile kurulan bir süreç olduğunu söylemiştik. Nurettin Topçu’ya göre ferdî iradede mukim olan aslında Allah’ın iradesidir. Sonsuz ve aşkın olan Allah’ın iradesi, insanın hareketine de aşkın bir anlam katar. Tekil anlamıyla irade; ‘sonsuz bir aşkınlıktır ve onun faaliyeti ilâhî varlığın tek delilidir. Bu aşkınlığı mümkün kılan ise, Allah’tır. Böylece ilâhî varlık, hakiki bir aşkınlık olan harekette içkin bulunuyor.’
Yani demek istediğimiz, ferdin irade mülkiyetinde Allah’ın aşkın iradesinin varlığının mukim olduğudur. Aslî irade, Allah’ın iradesidir ve bu ‘vahdet-i küsudcu’ bir yorumdur. Maksatta, gayede birlik anlamında bir tevhidi anlatan bu durum, insanın iradesini sonsuz kaynağa bağlamak noktasındaki bilinçli bir tercihin ifadesidir. Burada ferdin iradesi Allah’ın sonsuz ve mutlak iradesi içerisinde eriyip O’nunla birleşir. Artık ikilik ortadan kalkmış; maksat ve gayede birlik kurulmuştur, irade tekilleşmiştir. Ferdin bütün seçimleri bu irade bütününe uygun olmalıdır. Hürriyet sahibi fert, kuvveden fiile giden süreçte, hareketini Allah’ın iradesine, birleyerek kurduğu bilgiyi de hakikate uyumlu hale getirmek zorundadır. Bu da ferdin hürriyet ile zorunlu bağını oluşturur, bir imkân olan hürriyeti zorunluluk haline getiren bir durumdur. Çünkü bu uyum, ahenk, denge; ferde kuvvet yani hürriyet olarak dönecektir. Peki, ferdî irade Allah’ın iradesine nasıl bağlanıyor? Nurettin Topçu’nun ifadesiyle meseleyi anlayalım:
İrade, Allah’ı istemezden önce, tabiat içindeki bütün varlıkları istedi; aşkı tanıdı, buradan estetik iman doğdu. Orada tatmin bulamayınca daha ötelere uzandı. (...) İç hayatın bu korkunç arayış ve çatışmasından sonra irade, tabiatüstü varlığa bağlandı. Bunun adı iman oluyor, fakat bu andan itibaren imanda, benlikle Allah ikiliği meydana çıkıyor. İradî hareketin, kendi yetersizliğinden doğan şuurla, kendisini tamamlamak için tabiatüstüne atılış hamlesi, Topçu’ya göre, Allah’ın bizdeki hareketidir. Kendi yetersizliğinin bilgisine sahip benlik ise, Allahsız benliktir. Görüldüğü üzere ben bilinci Allah’ın iradesini tanıdıktan sonra farklı bir aşamaya gelerek, yetersizliğini gidermeye çabalıyor. Allah’ın iradesi bilinç haline gelmeden evvel de fertte bulunuyordu ancak fert bunu bilinç haline getirdiğinde Allah’ın iradesi ferdin eylemlerinde sürekli biçimde gözüküyor. Burada ferdin iradesi erimiş, ortadan kalkmış değildir. Yalnızca hareket’in sahih bir mâna kazanmasını Allah’ın iradesine bağlayarak gerçekleştirirsek sağlayabileceğimiz bir düzeleme ermiştir.
Allah ile insanın terkibi haline gelen iradî hareket, ferdin gündeminde bulunduğu müddetçe, hürriyet de mutlak olarak var oluyor. Böylece ferdin her hareketi bu hürriyet kaynağına irade üzerinden bağlanarak hep daha mükemmel hareketin peşinde olacaktır. Sonsuz hürriyet kaynağına ve mutlak gayeye erişmenin imkânı elbette eşya ile münasebette hep daha mükemmel hareketin peşinde olmakla mümkün olacaktır. İradenin eseri olan her hareket mükemmele, daha mükemmel harekete doğru bir atılıştır. Bu, iradenin kendi kuvvetini denediği bir egzersizdir. En küçük gayreti gerektiren bir harekette bile, vücudun bütün kuvvetleri birleşir.
İradenin Döngüsel Hareketi
Fiil, eylem, hareket artık Allah’ın hareketidir. Burada ferdin daha öncesinde hudutları belirlenmiş, sınırlandırılmış hareketinin yerine “Allah’ın hür hareketi” geçmiştir. Basit bir analojiyle kendinde bir varlık olarak bir damla kadar sınırlı bir çevreye, olanağa ve şartlara sahip olan ferdin iradesi, okyanusa katılarak ummanın bir parçası olmuş oluyor. Böylece hem onun parçası aynı zamanda da bütününün temsili haline geliyor hem de hareketi bu sonsuz kuvvet kaynağına uygun hale getiriyor. Son kertede diyebiliriz ki hürriyetin kaynağı Allah olurken; hakiki hürriyet de O’nun hürriyeti oluyor. ‘Hareket “İnsanla Allah’ın bir terkibi” oluyor. Bu halde Allah’a teslim olan insan kendisinin, sebepleri belli ve mahdut olan hareketinin yerine mütemadiyen Allah’ın hür hareketini koymaktadır. Böylece hareketlerimizdeki hakiki hürriyet, Allah’a ait oluyor.’
İnsan artık hem ontolojik hem de epistemolojik mahiyet bakımından bütünlük arz eder. Var olan durumu itibariyle hareketini varoluşun kaynağına bağladıktan sonra bir iç hali olarak statik konumdaki hareket, pratikte karşılık bulmaya, dışa açılmaya ve yayılmaya başlar. Böylece “ben” kaynağa bağlanma safhasında kendini aşarken, dışa açılarak ikinci aşma hareketini de gerçekleştirir. Hareket, ferdin bünyesinde bir gayret, varoluş mücadelesinde bir olagelme halidir. O, Bergson’un dediği gibi bir kendiliğinden oluş değil, bile isteye gerçekleştirilen oluştur. Topçu’ya göre hareket bir iç hâli, dışa yayılmak üzere içimizde aniden doğan bir kuvvettir. İnsanın kendi dışına çıkma gayreti, sonradan kazandığı bütün eğilimlerine bütün uzvî alışkanlıklarına karşı mücadele etmekten ibarettir. Hareket saf bir kendiliğinden oluş değil, engellenmiş bir kendiliğinden oluştur. O, ferdî iradenin âdeta bir özeti gibidir.’ İnsan eylemek ve eylememek noktasında mutlak iradeye uyum gösterdiği ölçüde hakikî ben’i yaşayabilecektir.
Süreğen ve tekrarlayan bir hâle kavuşan hareket, insanı sürekli oluş halinde tutarak, konumundan daima ileri ve aslî iradeye uyumlu olarak daha mükemmele götürür. Eşyayı değiştirme kudretine sahip olması, ona bağlanma ya da onu “sahip olmak” nezdinde bir parçası hâline getirme sürecinden öte, ferdî yaratımda bulunarak yeni koşullar oluşturmaya, yani yeni imkânlar kurmaya, çevresini mutlak’a her daim uyumlu hale getirmeye, kısacası yeni hayat şekillerine doğru götürmeye başlar. Hareket ederken insan hürriyeti, insanı “yeni bir hayat şekline doğru” götürmelidir. Hür olmak, bir hareketten sonra yeniden doğmak demektir; bir yolun sonunda yeni bir yola girmek, eşyayı değiştirmek ve kendi eliyle kendini değiştirmek demektir.
İmdi, burada artık, son öğenin mahiyetine de değinmeli, bu döngüsel hareketin içeriğini tam anlamıyla kavramalıyız. İmkân çokluğu karşısında, hürriyet yeni imkânlar yaratma kudretine sahiptir. İradî hareket, âleme yayılma gayreti olarak dışa açıldığında, yani fertten Sonsuz’a giden süreçte, kuvvetin öncelikle kendine dönmesini sağlar. Bu, kendinden çıkarak tekrar kendine dönen hareket, ürettiği (imkânlardan edindiği) bilgiyi hem kendine bir imkân çokluğu karşısında, tercihin zorunlu yönünü işaret etmesi bakımından hem de süreğen döngüselliğinde (kendi üzerine dönüş sürecinde) ürettiği “bilgi” ile birleyerek, hakikate ve mutlak iradeye daha da yaklaşır. Yaklaştığı nispette de âleme yayılmaya ve eşyayı olduğu kadar, çevresini de değiştirmeye, araçsallaşmadan araçlar yaratmaya, Sonsuz ile irtibat için yeni duraklar kurmaya ve mutlak iradenin tecellisine de zemin hazırlar. Bir sonraki iradî hareket için kendine ferdî bir önyargı ve tarih oluşturur. Süreklilik bu önyargı ve tarihin hem tenkidi hem de her daim yeniden varoluşuyla gerçekleştirilir.
Tam ve gerçek hareket, her defasında, en iptidaî bir karar ve feragatta bile, bütün âleme yayılış oradan da sonsuzluğa geçiş, sonra sonsuzluktan aldığı kuvvet ve bütün âlemden aldığı ibretle, aynı zamanda zekâ ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanarak, tekrar kendi ferdî âlemimize dönüş ve bu noktadan âlemle temastır. (...) Düşünceye gelince, o da bir harekettir. Hareketlerimizin içselleşmesi ve iç yaşayışımızın sonsuzluğuna sığınması halidir. Filhakika düşünce, gerçek ve olgunlaşmış bir harekettir; bütün hareketlerimizin başlangıcı ve sonudur. Hareket her zaman onunla başlamasa bile onunla nihayetlenir. (...) O bir tasavvurdur, yani düşüncedir ve var olmak düşünmek demektir. Hürriyet aynı anda üretmektir. Üretim, bir döngü içerisinde düşüncenin kendiliğini oluşturmak demektir. Bu nihayeti olmayan bir hareketten ziyade, hakiki bilgiye ulaşmak hususunda yeni yollar ya da aşamalılık ilkesi çerçevesinde sürekli düşüncenin üzerine çıkabilme gayretidir.
İradî hareketin kendine dönüşünü gerçekleştiren ilk hareket ise ferdin kendini ya da iradesini inkâr etmesidir. Bu aynı zamanda onun kendini aşma hareketidir. Nitekim kendini/iradesini inkârda bulunan insan bu irade yerine aslî iradeyi koyarsa hiç’likle değil, mutlak’la karşılaşmış olacaktır. Tasavvufî bir söylemde anlamını bulan ‘Kişi aradığıdır.’ düsturunca düşünen Topçu, insanın hareketi ile âlem arasında kurulabilecek organik bağın ancak iradî tecrübede bulunabileceğini belirtiyor. Kendini aşma ve inkâr hareketi de işte bu isteme ve eyleme tecrübesinin görünürlük kazandığı müthiş deneyimdir. ‘Zira evrensel bir âlemde dileği ne ise insan odur. Onun ilk hareketi, belli bir tarzda kendisini aşmak, bir tür kendi kendisini inkâr etmektir. diyor ve ekliyor Nurettin Topçu: İnsanî hareketin iki temel özelliği ise, somut ve evrensel olmaktır. Demekki hareket, yalnızca ben’i bağlayan bir varoluş hali değildir. Ben’den çıkarak başka’sına varır. Ben’in âleme açılması aynı zamanda mutlak’ın da ferdin eliyle evrensel olana ulaşması demektir.
Hürriyet ve İsyan
Araştırmamız çerçevesinde ayrı bir başlık atında incelememiz gereken ‘isyan’ kavramına pek fazla değinemedik. Ancak hürriyet meselesi nokta-i nazarından bakıldığında söyleyebileceğimiz şudur; insan, yaratıcı kuvvete sahip olduğunun bilinciyle hem kendi şahsiyetini hem cemiyeti (milleti) hem de devleti kuran unsurdur. Nitekim bu döngüsel hareketin yegâne amacının Sonsuz’a varmak olduğunu da biliyoruz. Sonsuz’a giden süreçte bir anda ‘bağlanma’nın olamayacağı aşikârdır. Bize ara durak mahiyetinde başka başka bağlanma şekilleri gereklidir. İnsanın kurduğu bu ara duraklar, ferdiyet, aile, millet ve devlettir. İrade kendini inkâr ettiği gibi, dışarıda kalan baskı unsurlarını ve genel anlamda otoriteleri de inkâr eder. Yeni düzen arayışı onu inkâr sırasında isyana götürecektir. Nefsine isyan eden insan, bir bakıma düzene de isyan etmektedir.
Hallac tarzı bu isyanda Ben’i ve düzeni inkâr esastır. İsyan, isyan için değil, nizâmı değiştirmek için gereklidir. Tabiatı itibariyle kendinden daha üst bir düzene duyduğu ihtiyaç ile fert aile, millet ve devleti kurar. Bütün bu kurumlar, tek bir iradenin eseri gibi harekette bulunarak bir anlamda şahsiyet kazanır. Fertlerin kabiliyetlerinin inkişaf imkânı toptan cemiyetin kabiliyetinin inkişaf imkânı demektir. Fert kendi kabiliyeti yolunda inkişaf eder, şahsiyet olur. Cemiyet kendi kabiliyeti yolunda inkişaf ederse içtimai şahsiyet dediğimiz millet meydana gelir. Böylece şahsiyetinde Allah’ın iradesini mukim kılan fert, aile, millet ve devletin şahsiyetinde Allah’ın iradesini hâkim kılacaktır. Son kertede isyan; insanın kendi eliyle kurduğu bu ana durakların amacına hizmet etmediği noktada, kendinde bir otorite haline gelerek işlevini yitirdiğinde inkârda bulunmaktır. Mutlak itaate ulaşabilmek için tek tek anlamlı olan ana durakların bağlayıcılığından ve ferdiyeti sınırlayıcı, çürütücü etkenlerinden sıyrılmaktır. Hürriyeti tekrar sınırlı pozisyonuna gerileten ve mutlak kaynaktan uzaklaşan hiçbir kurumsal yapı ferdin kabulü olmamalıdır.
Sonuç
Tebliğ boyunca sorgulamamız bize gösterdi ki hürriyet, ferdin şuurla birlikte Sonsuz’a bağlanma arzusunda açığa çıkan bir imkândır. Fert, imkân çokluğu karşısında zorunlu bir hürriyete talip olma iradesini elinde bulundurduğunda, potansiyel bir kuvvet olarak hürriyet mümkün durumdan zorunlu duruma geçer. Yani artık (mutlak) hürriyet kaçınılmazdır. Sınırları, engelleri, eşyanın kendisini biçimlendirme tehdidini aşması ancak ve ancak ferdin kendi iradesini aşma ve inkâr hareketini gerçekleştirmesine bağlıdır. Kendini inkâr ile başlayan süreçte, ferdin bünyesinde oluşan irade boşluğu mutlak irade tarafından doldurulur. Şahsiyetin oluşması sürecinde insanın iradesinde zaten mukim olan Allah iradesi, kendini aşan fertte artık görünür olmuştur. Ben’de ve ben’in dışında var olan bütün imkânlar birliğe ulaştığında hürriyet zorunluluk arz eder hale gelir.
Kendini inkârdan sonra imkân çokluğu ile karşılaşan irade, hareket’e evrilince tekrar kendine dönüş gerçekleştirir. Seçimlerin mutlak iradeye uyumu mesabesinde mahiyete sahip olup olmadığı üzerine bir tenkit ile birlikte tekrar kendi dışına çıkmaya ve eşya ile münasebetine devam eder. Bu süreçte açığa çıkan bilgi, -Nurettin Topçu’nun deyimiyle ‘hareketten arta kalan şey’- mahiyeti itibariyle bir çokluk ve uyumsuzluk içerir. Bilgiyi (düşünceyi) kuran olgusal çerçeve hakikate uyumlu olmalıdır. Bu döngüsel hareket sırasında gerçekleştirilen tenkitten bilgi de nasibini alır ve irade hareketten arta kalan bilgiyi esas alarak işlemine devam eder. Artık elde edilen bilgi ile yeni imkânlar oluşacaktır. Bu imkân sahası da mutlak hürriyete ile birlikte hareketten arta kalan bilgiye teyit ettirilerek seçime tabi tutulacaktır. Fert artık her hareketiyle bir yaratımda bulunur. Her an yaratan irade, hem şahsiyet örgüsünü hem cemiyeti hem de devleti kuracak unsurların başında gelir.
KAYNAKLAR
Karaman, Hüseyin, Nurettin Topçu’da Ahlâk Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Temmuz 2000
Kök, Mustafa, Nurettin Topçu’da Din Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Şubat 1995
Topçu, Nurettin, İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Mart 2012
Topçu, Nurettin, İsyan Ahlâkı, Dergâh Yayınları, İstanbul, Ocak 2011
Topçu, Nurettin, Var Olmak, Dergâh Yayınları, İstanbul, Kasım 2012
Nurettin Topçu felsefesine (metafiziğine) bir giriş niteliğinde olacak bu tebliğde meramımızı hürriyet ve irade kavramları temelinde, bilgi ve hareket kavramlarıyla birlikte yapacağımız araştırma üzerinden anlatmaya çalışacağız. Bir ahlâk felsefecisi olarak Topçu, tutarlı ve bütüncül gayretiyle ülkemizde kendi felsefî çevresini oluşturabilmiş, Hareket Felsefesi’nin Türkiye’de kurucu fikriyatını düzenlemiştir. Ferdiyetçilikten uzak ancak fert üzerinden adım atarak, şahsiyetin unsurlarını mutlak kaynağa bağlamış ve ferdin yaşantısını, bitişi Sonsuz’da olması gereken bir süreç olarak değerlendirmiştir. Yegâne niyet ve amaç mutlak kaynaktan alınan kuvvetle mutlak’a kavuşmaktır. Ahlâkî şahsiyet sürecin metafizik geriliminin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Topçu, ahlâkı insan hareketinin metafiziği olarak nitelendirirken bizim söylemimizin kaynağına işaret ediyor.
İnsan hareketinin sınırını, tutarlılığını ve bir süreç olarak mahiyetinin sorgulaması öncelikle kaynağının sorgulanması ile mümkün oluyor. Fert, hareketi bir kuvvet olarak mutlak hürriyet kaynağına bağladığında mahiyetin zenginleşmesi ve sınırlı çerçeveden kurtulup sınırsız bir bütünlüğe kavuşması kaçınılmazdır. Bizim de bu tebliğ ile aktarmaya gayret edeceğimiz mesele; hürriyetin mutlak bir kuvvet haline dönüşmesi ile bu kuvvetin döngüsel bir hareketle gerçekleştirdiği üretimin metafizik mahiyetini incelemek olacaktır.
Hürriyet
Kavram araştırması yapma gayreti, bizi soruya yönelten eylemdir. Hürriyetin anlamını araştırmak; neliğini, kaynağını, bağlamını sorgulamak demektir. Hürriyetin anlamı nedir? Hangi havram ve değerler bağlamında konuşulabilir? Kavramı işlevsel kılan şartlar nelerdir? Bu sorular bize kavramın kendinde anlamını verecektir. Böylelikle insanın hür bir varlık olmasındaki imkânın gözetilmesi de gündeme gelecektir.
İlk adımda hürriyet, bir kuvvettin adıdır. Kuvvet olması demek, her anda bir potansiyel olarak var olduğunu ve karşısında kuvvet olarak durduğu kimi olguların da varlığını temsil ve ifade eder. Hürriyet, ferdin iç ve dış zorunluluk alanlarına karşı eşzamanlı bir eylemin uygulanması; bir karşı koyuş ya da bir seçme işleminin gerçekleştirilmesini mümkün kılan bir kuvvettir. İmkânlar arasından imkânlar yaratan bir sabitedir. Hangi alana ait olursa olsun, zorunlu durumlar arasından bir imkânın yaratılmasını sağlayacak kuvvet olan hürriyet işlevsel kılınmalıdır. Bunu yapabilmenin önkoşulu ferdin dışında konumlanan varlık alanındaki dış determinizmin varlığına bir iç determinizm mekanizmasıyla karşı koymaktır. Öncelenmesi ve gündeme getirilmesi gereken kuvvet, ferdî iradede mukim olan kuvvettir. Topçu’ya göre hürriyetin manası şöyledir;
Hürriyet, dıştaki determinizmin yerine benliğin determinizmini, bir iç determinizmini koymaktan ibarettir ve iç determinizmin gücü, hürriyetimizin de gücünü gösterir. Gerçek hürriyete sahip insan, görülüyor ki, birçok hareketleri yapma iktidarından sıyrılmış, kendini kurtarabilmiş insandır. Her şeyi yapabilen bir şakî, her türlü suçu işlemeye kabiliyetli bir psikopat hür değildir. Bilâkis pek çok hareketleri yapmak kudretsizliğine irade ile sahip olan kimse hür olabilir. Zira hür olan irade, yalnız sürükleyici kuvvetin harekete geçmesinden ibaret değildir. Onda iki kuvvet hâkimdir: Biri harekete geçme kuvveti, yani itici kuvvet. Öbürü yasak edici kuvvet, yani frenleme kuvveti.
Hürriyet, anlaşılıyor ki yapısal olarak iki yönde çalışıyor. Seçme durumundaki iradenin frenleme ve harekete geçme kuvvetini potansiyel konumdan eylemlilik durumuna geçirmesi. İyi ile kötünün birlikte bir imkân olarak ortaya çıkışı, ferdi iyiye iten kuvvetin ya da başka bir anlamda kötüye karşı frenleyen kuvvetin ortaya çıkmasını sağlar. Buna göre hürriyetin bir imkân olarak gerçekleşmesi, öncelikle ferdin özneleşmesi; eşya ile münasebetinde insanın imkân çokluğu ile karşılaşması gerekiyor. Daha sonraki gereklilik ise iradî hareketin hayata geçirilmesi, yani kuvveden fiile giden sürecin bağlamının irade ile kurulabilmesi.
İtici ve frenleyici kuvvetin harekete dönüşmesinde “şuur ve irade” birincil derecede önemlidir. Şuur ile bu süreci işleten fert, süreç süreğenliğe kavuştuğunda her hareketini hür bir şekilde gerçekleştirir. Aklî, ilmî, sezgisel ya da varlık durumlarından herhangi birine ilişkin şuur göstergesi, hürriyetin iradî bir eylemle potansiyellikten varlık kazanmaya doğru ilerlemesini sağlar. Frenleyici kuvvet, burada hareketin yitimi, statik konuma gerilemesi anlamında işlevsizlik getirici bir olgu değildir. Aksine hareketin sürekliliğini sağlayan öğelerden biridir. Hareketi düzenler, kontrol eder ve ferdin kendini tenkit etmesine imkân sağlar. Böylelikle hür ferdin iradî hareketi itici ve frenleyici kuvvetlerin dengesi oluverir. ‘İyi veya kötü, itici, harekete sürükleyici kuvvetlerin ferdi harekete geçirmesi anından başlayarak yasak edici, frenleyici kuvveti de harekete geçirmesini bilen insan, hürriyetin sırrını yakalamış demektir. Şu halde hürriyet, ferdi harekete geçirici çok ve çeşitli kuvvetlerin karşısına frenleyici kuvveti çıkarmak demektir. Bu ikinci kuvvet, hareketi durdurmuyor, düzenliyor, kontrol ediyor; harekete kâh şiddet, kâh hafiflik kazandırıyor; kendi kendisini tenkit ettiriyor; kendi hükümlerini kendine verdirtiyor. Böylelikle hür hareketimiz, harekete sürükleyici kuvvetlerle frenleyici kuvvetlerin tam bir âhenginden ibaret oluyor.’
Hürriyetin, ferdin sahip olduğu harekete geçirici, düzenleyici, kontrol edici bir kuvvet olduğunu söylemek, hürriyet (kuvve) durumundan hareket (fiil) durumuna geçiş için bir bağlama (irade) ihtiyacımız olduğu düşüncesini uyandırıyor. İrade; tekil bir kavram olarak da değerlendirilebilir ancak iç tutarlılık ve bütünlük bağlamı üzerinden konuşulacaktır.
Nurettin Topçu iradenin hürriyetle ilintisini anlatırken hürriyetin spiritüalist mahiyetine de vurgu yapar. Ruhî hürriyet bu anlamda ruhî kuvvet anlamına da geliyor. Herhangi bir otoritenin zorlaması olmadan, mekanik bir sürecin haricinde şuur ile birleşen irade hürriyeti sağlıyor. İrade, hürriyet (kuvvet) ile hareket (fiil) arasında yürütücü bir işlev görür ve hürriyetin her daim dinamik bir konumda bulunmasını sağlar. ‘Medenî insan kendinde şuurlu hürriyeti yaşatıyor. Bu hürriyet, düşünen canlıda yani insanda tanıdığımız iradenin kendisine çevrildiği gayedir. Buna ruhî hürriyet derler. Şöyle tarif edildi: İçten veya dıştan iradeye yabancı hiçbir kuvvet tarafından zorlanmaksızın bizzat kendi seçimi ile kendi kendisini belli bir harekete zorlamak hususunda iradenin sahip olduğu kudrettir.’
Şuur bize gösterecektir ki, hürriyet imkânı daha önce değindiğimiz gibi imkânların varoluşundan ve bizde bir etkileşime giriyor oluşlarından önce zaten bulunuyor. Hürriyet bir kuvvet olarak harekete geçiş sürecinde, irade ile seçerek imkânlar arasından en mümkünü, zorunluluğa, içerideki zorunlu seçime dönüştürür ve bizdeki Allah iradesine uygun olanı hayata geçirir. Seçme/seçmeme kuvveti olarak hürriyet, dışarıdan ve içeriden ferdin karşısına çıkan otoriteler, ihtiraslar, iştihalar ile aslî iradeye uygun ilkeler arasından bir imkân çokluğu arasından eleyerek ve sonrasında eyleyerek tekilleştirmeye, imkânları zorunlulukta birlemeye gayret etmelidir. Seçileni harekete geçerek gündeminde somut olgusallık çerçevesinde tutan fert, buradan bilgiyi üretir. Bilgi, hür iradenin seçiminin eylemselleştiği yerde açığa çıkan şeydir. Ona bilgi olma niteliği kazandıran olgusal anlam ise hakikat ve mutlak irade ile uyumlu olması; hakikate yakın olmasıdır.
İrade
İradenin hürriyet ile hareket arasında bir bağlam, kuvveden fiile kurulan bir süreç olduğunu söylemiştik. Nurettin Topçu’ya göre ferdî iradede mukim olan aslında Allah’ın iradesidir. Sonsuz ve aşkın olan Allah’ın iradesi, insanın hareketine de aşkın bir anlam katar. Tekil anlamıyla irade; ‘sonsuz bir aşkınlıktır ve onun faaliyeti ilâhî varlığın tek delilidir. Bu aşkınlığı mümkün kılan ise, Allah’tır. Böylece ilâhî varlık, hakiki bir aşkınlık olan harekette içkin bulunuyor.’
Yani demek istediğimiz, ferdin irade mülkiyetinde Allah’ın aşkın iradesinin varlığının mukim olduğudur. Aslî irade, Allah’ın iradesidir ve bu ‘vahdet-i küsudcu’ bir yorumdur. Maksatta, gayede birlik anlamında bir tevhidi anlatan bu durum, insanın iradesini sonsuz kaynağa bağlamak noktasındaki bilinçli bir tercihin ifadesidir. Burada ferdin iradesi Allah’ın sonsuz ve mutlak iradesi içerisinde eriyip O’nunla birleşir. Artık ikilik ortadan kalkmış; maksat ve gayede birlik kurulmuştur, irade tekilleşmiştir. Ferdin bütün seçimleri bu irade bütününe uygun olmalıdır. Hürriyet sahibi fert, kuvveden fiile giden süreçte, hareketini Allah’ın iradesine, birleyerek kurduğu bilgiyi de hakikate uyumlu hale getirmek zorundadır. Bu da ferdin hürriyet ile zorunlu bağını oluşturur, bir imkân olan hürriyeti zorunluluk haline getiren bir durumdur. Çünkü bu uyum, ahenk, denge; ferde kuvvet yani hürriyet olarak dönecektir. Peki, ferdî irade Allah’ın iradesine nasıl bağlanıyor? Nurettin Topçu’nun ifadesiyle meseleyi anlayalım:
İrade, Allah’ı istemezden önce, tabiat içindeki bütün varlıkları istedi; aşkı tanıdı, buradan estetik iman doğdu. Orada tatmin bulamayınca daha ötelere uzandı. (...) İç hayatın bu korkunç arayış ve çatışmasından sonra irade, tabiatüstü varlığa bağlandı. Bunun adı iman oluyor, fakat bu andan itibaren imanda, benlikle Allah ikiliği meydana çıkıyor. İradî hareketin, kendi yetersizliğinden doğan şuurla, kendisini tamamlamak için tabiatüstüne atılış hamlesi, Topçu’ya göre, Allah’ın bizdeki hareketidir. Kendi yetersizliğinin bilgisine sahip benlik ise, Allahsız benliktir. Görüldüğü üzere ben bilinci Allah’ın iradesini tanıdıktan sonra farklı bir aşamaya gelerek, yetersizliğini gidermeye çabalıyor. Allah’ın iradesi bilinç haline gelmeden evvel de fertte bulunuyordu ancak fert bunu bilinç haline getirdiğinde Allah’ın iradesi ferdin eylemlerinde sürekli biçimde gözüküyor. Burada ferdin iradesi erimiş, ortadan kalkmış değildir. Yalnızca hareket’in sahih bir mâna kazanmasını Allah’ın iradesine bağlayarak gerçekleştirirsek sağlayabileceğimiz bir düzeleme ermiştir.
Allah ile insanın terkibi haline gelen iradî hareket, ferdin gündeminde bulunduğu müddetçe, hürriyet de mutlak olarak var oluyor. Böylece ferdin her hareketi bu hürriyet kaynağına irade üzerinden bağlanarak hep daha mükemmel hareketin peşinde olacaktır. Sonsuz hürriyet kaynağına ve mutlak gayeye erişmenin imkânı elbette eşya ile münasebette hep daha mükemmel hareketin peşinde olmakla mümkün olacaktır. İradenin eseri olan her hareket mükemmele, daha mükemmel harekete doğru bir atılıştır. Bu, iradenin kendi kuvvetini denediği bir egzersizdir. En küçük gayreti gerektiren bir harekette bile, vücudun bütün kuvvetleri birleşir.
İradenin Döngüsel Hareketi
Fiil, eylem, hareket artık Allah’ın hareketidir. Burada ferdin daha öncesinde hudutları belirlenmiş, sınırlandırılmış hareketinin yerine “Allah’ın hür hareketi” geçmiştir. Basit bir analojiyle kendinde bir varlık olarak bir damla kadar sınırlı bir çevreye, olanağa ve şartlara sahip olan ferdin iradesi, okyanusa katılarak ummanın bir parçası olmuş oluyor. Böylece hem onun parçası aynı zamanda da bütününün temsili haline geliyor hem de hareketi bu sonsuz kuvvet kaynağına uygun hale getiriyor. Son kertede diyebiliriz ki hürriyetin kaynağı Allah olurken; hakiki hürriyet de O’nun hürriyeti oluyor. ‘Hareket “İnsanla Allah’ın bir terkibi” oluyor. Bu halde Allah’a teslim olan insan kendisinin, sebepleri belli ve mahdut olan hareketinin yerine mütemadiyen Allah’ın hür hareketini koymaktadır. Böylece hareketlerimizdeki hakiki hürriyet, Allah’a ait oluyor.’
İnsan artık hem ontolojik hem de epistemolojik mahiyet bakımından bütünlük arz eder. Var olan durumu itibariyle hareketini varoluşun kaynağına bağladıktan sonra bir iç hali olarak statik konumdaki hareket, pratikte karşılık bulmaya, dışa açılmaya ve yayılmaya başlar. Böylece “ben” kaynağa bağlanma safhasında kendini aşarken, dışa açılarak ikinci aşma hareketini de gerçekleştirir. Hareket, ferdin bünyesinde bir gayret, varoluş mücadelesinde bir olagelme halidir. O, Bergson’un dediği gibi bir kendiliğinden oluş değil, bile isteye gerçekleştirilen oluştur. Topçu’ya göre hareket bir iç hâli, dışa yayılmak üzere içimizde aniden doğan bir kuvvettir. İnsanın kendi dışına çıkma gayreti, sonradan kazandığı bütün eğilimlerine bütün uzvî alışkanlıklarına karşı mücadele etmekten ibarettir. Hareket saf bir kendiliğinden oluş değil, engellenmiş bir kendiliğinden oluştur. O, ferdî iradenin âdeta bir özeti gibidir.’ İnsan eylemek ve eylememek noktasında mutlak iradeye uyum gösterdiği ölçüde hakikî ben’i yaşayabilecektir.
Süreğen ve tekrarlayan bir hâle kavuşan hareket, insanı sürekli oluş halinde tutarak, konumundan daima ileri ve aslî iradeye uyumlu olarak daha mükemmele götürür. Eşyayı değiştirme kudretine sahip olması, ona bağlanma ya da onu “sahip olmak” nezdinde bir parçası hâline getirme sürecinden öte, ferdî yaratımda bulunarak yeni koşullar oluşturmaya, yani yeni imkânlar kurmaya, çevresini mutlak’a her daim uyumlu hale getirmeye, kısacası yeni hayat şekillerine doğru götürmeye başlar. Hareket ederken insan hürriyeti, insanı “yeni bir hayat şekline doğru” götürmelidir. Hür olmak, bir hareketten sonra yeniden doğmak demektir; bir yolun sonunda yeni bir yola girmek, eşyayı değiştirmek ve kendi eliyle kendini değiştirmek demektir.
İmdi, burada artık, son öğenin mahiyetine de değinmeli, bu döngüsel hareketin içeriğini tam anlamıyla kavramalıyız. İmkân çokluğu karşısında, hürriyet yeni imkânlar yaratma kudretine sahiptir. İradî hareket, âleme yayılma gayreti olarak dışa açıldığında, yani fertten Sonsuz’a giden süreçte, kuvvetin öncelikle kendine dönmesini sağlar. Bu, kendinden çıkarak tekrar kendine dönen hareket, ürettiği (imkânlardan edindiği) bilgiyi hem kendine bir imkân çokluğu karşısında, tercihin zorunlu yönünü işaret etmesi bakımından hem de süreğen döngüselliğinde (kendi üzerine dönüş sürecinde) ürettiği “bilgi” ile birleyerek, hakikate ve mutlak iradeye daha da yaklaşır. Yaklaştığı nispette de âleme yayılmaya ve eşyayı olduğu kadar, çevresini de değiştirmeye, araçsallaşmadan araçlar yaratmaya, Sonsuz ile irtibat için yeni duraklar kurmaya ve mutlak iradenin tecellisine de zemin hazırlar. Bir sonraki iradî hareket için kendine ferdî bir önyargı ve tarih oluşturur. Süreklilik bu önyargı ve tarihin hem tenkidi hem de her daim yeniden varoluşuyla gerçekleştirilir.
Tam ve gerçek hareket, her defasında, en iptidaî bir karar ve feragatta bile, bütün âleme yayılış oradan da sonsuzluğa geçiş, sonra sonsuzluktan aldığı kuvvet ve bütün âlemden aldığı ibretle, aynı zamanda zekâ ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanarak, tekrar kendi ferdî âlemimize dönüş ve bu noktadan âlemle temastır. (...) Düşünceye gelince, o da bir harekettir. Hareketlerimizin içselleşmesi ve iç yaşayışımızın sonsuzluğuna sığınması halidir. Filhakika düşünce, gerçek ve olgunlaşmış bir harekettir; bütün hareketlerimizin başlangıcı ve sonudur. Hareket her zaman onunla başlamasa bile onunla nihayetlenir. (...) O bir tasavvurdur, yani düşüncedir ve var olmak düşünmek demektir. Hürriyet aynı anda üretmektir. Üretim, bir döngü içerisinde düşüncenin kendiliğini oluşturmak demektir. Bu nihayeti olmayan bir hareketten ziyade, hakiki bilgiye ulaşmak hususunda yeni yollar ya da aşamalılık ilkesi çerçevesinde sürekli düşüncenin üzerine çıkabilme gayretidir.
İradî hareketin kendine dönüşünü gerçekleştiren ilk hareket ise ferdin kendini ya da iradesini inkâr etmesidir. Bu aynı zamanda onun kendini aşma hareketidir. Nitekim kendini/iradesini inkârda bulunan insan bu irade yerine aslî iradeyi koyarsa hiç’likle değil, mutlak’la karşılaşmış olacaktır. Tasavvufî bir söylemde anlamını bulan ‘Kişi aradığıdır.’ düsturunca düşünen Topçu, insanın hareketi ile âlem arasında kurulabilecek organik bağın ancak iradî tecrübede bulunabileceğini belirtiyor. Kendini aşma ve inkâr hareketi de işte bu isteme ve eyleme tecrübesinin görünürlük kazandığı müthiş deneyimdir. ‘Zira evrensel bir âlemde dileği ne ise insan odur. Onun ilk hareketi, belli bir tarzda kendisini aşmak, bir tür kendi kendisini inkâr etmektir. diyor ve ekliyor Nurettin Topçu: İnsanî hareketin iki temel özelliği ise, somut ve evrensel olmaktır. Demekki hareket, yalnızca ben’i bağlayan bir varoluş hali değildir. Ben’den çıkarak başka’sına varır. Ben’in âleme açılması aynı zamanda mutlak’ın da ferdin eliyle evrensel olana ulaşması demektir.
Hürriyet ve İsyan
Araştırmamız çerçevesinde ayrı bir başlık atında incelememiz gereken ‘isyan’ kavramına pek fazla değinemedik. Ancak hürriyet meselesi nokta-i nazarından bakıldığında söyleyebileceğimiz şudur; insan, yaratıcı kuvvete sahip olduğunun bilinciyle hem kendi şahsiyetini hem cemiyeti (milleti) hem de devleti kuran unsurdur. Nitekim bu döngüsel hareketin yegâne amacının Sonsuz’a varmak olduğunu da biliyoruz. Sonsuz’a giden süreçte bir anda ‘bağlanma’nın olamayacağı aşikârdır. Bize ara durak mahiyetinde başka başka bağlanma şekilleri gereklidir. İnsanın kurduğu bu ara duraklar, ferdiyet, aile, millet ve devlettir. İrade kendini inkâr ettiği gibi, dışarıda kalan baskı unsurlarını ve genel anlamda otoriteleri de inkâr eder. Yeni düzen arayışı onu inkâr sırasında isyana götürecektir. Nefsine isyan eden insan, bir bakıma düzene de isyan etmektedir.
Hallac tarzı bu isyanda Ben’i ve düzeni inkâr esastır. İsyan, isyan için değil, nizâmı değiştirmek için gereklidir. Tabiatı itibariyle kendinden daha üst bir düzene duyduğu ihtiyaç ile fert aile, millet ve devleti kurar. Bütün bu kurumlar, tek bir iradenin eseri gibi harekette bulunarak bir anlamda şahsiyet kazanır. Fertlerin kabiliyetlerinin inkişaf imkânı toptan cemiyetin kabiliyetinin inkişaf imkânı demektir. Fert kendi kabiliyeti yolunda inkişaf eder, şahsiyet olur. Cemiyet kendi kabiliyeti yolunda inkişaf ederse içtimai şahsiyet dediğimiz millet meydana gelir. Böylece şahsiyetinde Allah’ın iradesini mukim kılan fert, aile, millet ve devletin şahsiyetinde Allah’ın iradesini hâkim kılacaktır. Son kertede isyan; insanın kendi eliyle kurduğu bu ana durakların amacına hizmet etmediği noktada, kendinde bir otorite haline gelerek işlevini yitirdiğinde inkârda bulunmaktır. Mutlak itaate ulaşabilmek için tek tek anlamlı olan ana durakların bağlayıcılığından ve ferdiyeti sınırlayıcı, çürütücü etkenlerinden sıyrılmaktır. Hürriyeti tekrar sınırlı pozisyonuna gerileten ve mutlak kaynaktan uzaklaşan hiçbir kurumsal yapı ferdin kabulü olmamalıdır.
Sonuç
Tebliğ boyunca sorgulamamız bize gösterdi ki hürriyet, ferdin şuurla birlikte Sonsuz’a bağlanma arzusunda açığa çıkan bir imkândır. Fert, imkân çokluğu karşısında zorunlu bir hürriyete talip olma iradesini elinde bulundurduğunda, potansiyel bir kuvvet olarak hürriyet mümkün durumdan zorunlu duruma geçer. Yani artık (mutlak) hürriyet kaçınılmazdır. Sınırları, engelleri, eşyanın kendisini biçimlendirme tehdidini aşması ancak ve ancak ferdin kendi iradesini aşma ve inkâr hareketini gerçekleştirmesine bağlıdır. Kendini inkâr ile başlayan süreçte, ferdin bünyesinde oluşan irade boşluğu mutlak irade tarafından doldurulur. Şahsiyetin oluşması sürecinde insanın iradesinde zaten mukim olan Allah iradesi, kendini aşan fertte artık görünür olmuştur. Ben’de ve ben’in dışında var olan bütün imkânlar birliğe ulaştığında hürriyet zorunluluk arz eder hale gelir.
Kendini inkârdan sonra imkân çokluğu ile karşılaşan irade, hareket’e evrilince tekrar kendine dönüş gerçekleştirir. Seçimlerin mutlak iradeye uyumu mesabesinde mahiyete sahip olup olmadığı üzerine bir tenkit ile birlikte tekrar kendi dışına çıkmaya ve eşya ile münasebetine devam eder. Bu süreçte açığa çıkan bilgi, -Nurettin Topçu’nun deyimiyle ‘hareketten arta kalan şey’- mahiyeti itibariyle bir çokluk ve uyumsuzluk içerir. Bilgiyi (düşünceyi) kuran olgusal çerçeve hakikate uyumlu olmalıdır. Bu döngüsel hareket sırasında gerçekleştirilen tenkitten bilgi de nasibini alır ve irade hareketten arta kalan bilgiyi esas alarak işlemine devam eder. Artık elde edilen bilgi ile yeni imkânlar oluşacaktır. Bu imkân sahası da mutlak hürriyete ile birlikte hareketten arta kalan bilgiye teyit ettirilerek seçime tabi tutulacaktır. Fert artık her hareketiyle bir yaratımda bulunur. Her an yaratan irade, hem şahsiyet örgüsünü hem cemiyeti hem de devleti kuracak unsurların başında gelir.
KAYNAKLAR
Karaman, Hüseyin, Nurettin Topçu’da Ahlâk Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Temmuz 2000
Kök, Mustafa, Nurettin Topçu’da Din Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Şubat 1995
Topçu, Nurettin, İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi, Dergâh Yayınları, İstanbul, Mart 2012
Topçu, Nurettin, İsyan Ahlâkı, Dergâh Yayınları, İstanbul, Ocak 2011
Topçu, Nurettin, Var Olmak, Dergâh Yayınları, İstanbul, Kasım 2012