Develerin tellal ve pirelerin berber olduğu bir dünyaya gireceksiniz.
Şeker–çikolatadan evler, arşa yükselen bitkiler, uçanlar, ateş üstünde yürüyen ve suda batmayanlar…
Karakoç bir şiirinde, kendisini sadece taşların kalp atışını duyanların anlayabileceğinden bahseder. Bugün sıkıntısını çektiğimiz temel husus budur: Varlığın sonsuz tezahürünü, onun tek bir boyutundan, tek bir kategorisinden, tek bir dil oyunundan hareketle anlamaya çalışmak. Halbuki, bir matematiksel işlemin estetiğinden bahsetmek ne kadar abes ise, bir estetik unsurun matematiksel doğruluğundan bahsetmek o kadar abestir. Bilim, din, sanat, ahlak ve varlığa yönelik başka türlü bakış açılarının hepsi, elbette zaman zaman belli yerlerde iç içe geçmekle birlikte, özel dil oyunlarını ve özel gramerleri ifade ederler. Birinin hikmeti bir diğerinin gramerinden sorulmaz. Çince bir cümlede Türkçenin gramerini aramazsınız.
Develerin tellal, pirelerin berber olduğu bir dünyaya girmek bunun için önemlidir. Masal size, kendisine kadar taşıdığını çeşitli gramerleri bir kenara bırakmanız gerektiğini söyler. İnanan derviş ateşin üzerinden yürür gider ve gram yanmaz. “Develerin tellal iken” demek, “burada ateşin üstünde yürüyüp, üstelik bir de yanmayan bir adam görürseniz, kimyevi bir tepkime aramayınız” demektir. Burası başka bir grameri gerektirir. Sanıyorum “metin içi gerçeklik” denilen şeye yakın bir noktadır bu.
Sadece bunun için üst seviyede önemli bir yerde durur masal formu. Anlatı üzerine kurulu bir dünyanın anlatıyla alay eder hale gelen mensupları olarak, aslında, giriş seviyesinde gramer bilmemekten kaynaklanan, alay edilecek bir noktadayız. Masal gibi hakikatlere yönelik bu cahilane mesafemiz, bizi, mesele her ne olursa olsun, “bildiğimden başka türlü de olabilir” ihtimalinin tevazuundan ve ilminden de uzaklaştırmıştır.
Bu ilimden uzaklaşan taşların kalp atışını duyamaz. Taşların kalp atışını duymayan, anlayamaz.
Şeker–çikolatadan evler, arşa yükselen bitkiler, uçanlar, ateş üstünde yürüyen ve suda batmayanlar…
Karakoç bir şiirinde, kendisini sadece taşların kalp atışını duyanların anlayabileceğinden bahseder. Bugün sıkıntısını çektiğimiz temel husus budur: Varlığın sonsuz tezahürünü, onun tek bir boyutundan, tek bir kategorisinden, tek bir dil oyunundan hareketle anlamaya çalışmak. Halbuki, bir matematiksel işlemin estetiğinden bahsetmek ne kadar abes ise, bir estetik unsurun matematiksel doğruluğundan bahsetmek o kadar abestir. Bilim, din, sanat, ahlak ve varlığa yönelik başka türlü bakış açılarının hepsi, elbette zaman zaman belli yerlerde iç içe geçmekle birlikte, özel dil oyunlarını ve özel gramerleri ifade ederler. Birinin hikmeti bir diğerinin gramerinden sorulmaz. Çince bir cümlede Türkçenin gramerini aramazsınız.
Develerin tellal, pirelerin berber olduğu bir dünyaya girmek bunun için önemlidir. Masal size, kendisine kadar taşıdığını çeşitli gramerleri bir kenara bırakmanız gerektiğini söyler. İnanan derviş ateşin üzerinden yürür gider ve gram yanmaz. “Develerin tellal iken” demek, “burada ateşin üstünde yürüyüp, üstelik bir de yanmayan bir adam görürseniz, kimyevi bir tepkime aramayınız” demektir. Burası başka bir grameri gerektirir. Sanıyorum “metin içi gerçeklik” denilen şeye yakın bir noktadır bu.
Sadece bunun için üst seviyede önemli bir yerde durur masal formu. Anlatı üzerine kurulu bir dünyanın anlatıyla alay eder hale gelen mensupları olarak, aslında, giriş seviyesinde gramer bilmemekten kaynaklanan, alay edilecek bir noktadayız. Masal gibi hakikatlere yönelik bu cahilane mesafemiz, bizi, mesele her ne olursa olsun, “bildiğimden başka türlü de olabilir” ihtimalinin tevazuundan ve ilminden de uzaklaştırmıştır.
Bu ilimden uzaklaşan taşların kalp atışını duyamaz. Taşların kalp atışını duymayan, anlayamaz.