PROF. DR. ŞABAN TEOMAN DURALI - DÜŞÜNCE DERGİSİ |
“DİLSİZ YAŞAYAMIYORUZ!”
Hocam konusu entelektüel olan ilk sayımızda görüşlerinize yer verebilme fırsatımız olmuştu. Ardından gelen üç sayımızın hazırlanma sürecinde bir şekilde hep dil konusuna temas ettiğimizi bu nedenle daha iyi anlayabilmek için bu meseleye özel olarak eğilmemiz gerektiğini fark ettik.
Dil ile ilgili bir çalışma yapınca sizin görüşleriniz olmaksızın bu sayının eksik kalacağını düşündük. O yüzden zaman ayırdığınız ve görüşme yapmayı kabul ettiğiniz için çok minnettarız. Hocam dil hakkında konuşurken ve düşünürken yine ait olduğumuz dil dünyası olarak belki de en iyi ihtimalle bildiğimiz ya da aşina olduğumuz dil dünyalarına zaman zaman sığınarak bunu gerçekleştirmek aslında bir açmaz mıdır?
Dil derken yine aynı dilin sınırlarında kalmak zorunda oluyoruz. O bakımdan dili kendi sınırları içinde kalarak düşünmek acaba bir imkânsızlık mıdır yahut başka bir deyişle dil hakkında düşünebilmek ve üretebilmek için bir üst dil mi kurmak gerekiyor?
Dil hakkında konuşmak dilin felsefesini yapmak demektir. Bu her konu için geçer akçedir. Her konuyu bir üst dille açmaya/açımlamaya (teşrih etmeyi kastediyorum) çalışıyoruz. Dilin dışında dilin üstünde bir varlığımız yok. Bunu neye benzetebiliriz? Havayı tarif etmek için havanın dışına çıkamıyoruz, çünkü havasız yaşayamıyoruz. Yani tamam, olabilir, fezaya çıkabiliriz ama yine de içinde bulunduğumuz ortam havalı bir ortamdır; feza gemisinde bulunuyoruz. Dil de öyledir; dilin dışına çıkarak çok farklı bir ortamdan dili yargılama imkânı yoktur. Mutlaka dilin içinde kalarak dili yargılamak mecburiyetindeyiz.
Çağımızın büyük bir filozofu Heidegger’in değişiyle dil vazgeçilmez yuvamızdır, dünyamızdır, âlemimizdir. Çünkü düşünme dil ile olmaktadır. Düşünmekten kesildiniz mi dilden kesiliyorsunuz, dilden kesildiniz mi düşünmekten kesiliyorsunuz. Dili yitirmek, topyekûn yitirmek -yani dilsiz kalmak anlamında söylemiyorum, konuşma imkânını kaybedebilir insan ama yine diline devam ediyor- bilincin yitimi demektir. Bilincimizi sürdürdüğümüz sürece dilli bir varlığız, dille iş görmekteyiz. Dilin gücünü yitirdiği durumlar var mı? Evet, var; duygu durumları… Duyguyla kastettiğim histir. Türkçede bunu çok yanlış anlamlandırıyoruz, işitmeyle karıştırıyoruz.
Duygular dilsiz cereyan ederler ama ne vakit duyguyu dile getirirsek (meselâ şuram acıdı, yemeğiniz güzel olmuş, çay acı gibi…) bunları ifadeye dökmüş oluruz. Yani duyduğumu, hissettiğimi kavramların içine yerleştiriyorum ve onların arasında bağlantı kuruyorum. Salt dilsiz duyma yaşaması olabilir mi? Benim bildiğim iki hâl var. Birincisi, dinin en üst mertebesini ifade eden sufi-hayat, tasavvuf halleri… Bir de -affınıza sığınarak söyleyeceğim- kadın erkek ilişkisi; aşk ilişkisi… Bu ikisi tümüyle dilden soyutlanmış bir hâldedir. O bakımdan meselâ sufilerin metinleri sufiliğin dışında olan kişilere kapalıdır, anlaşılmaz bir dildir.
Demek ki bu iki hâl dışındaki -ki zaten çok yoğun duygulara hâl diyoruz- bütün yaşamalarımız, yaşama hâllerimiz dille ortaya çıkmaktadır. Hatta rüyalarımızda bile sessiz bir dil kullanıyoruz, orada bile bir dil olayı yürürlüktedir. Meselâ “falanca, dile bihakkın vakıftır, mükemmel biliyor” derler. Öyle bir şey yoktur. İnsanın bildiği bir dil vardır; çünkü rüyalarını gördüğü o dildir sadece… O halde sorunuzun özet cevabı; dilsiz yaşayamıyoruz! Hava, su, dil üçlüsü…
Dilin sınırlarını dünyasının sınırları olarak ifade eden Wittgenstein ile Gadamer felsefeyi biraz da dil üzerinden kurmak girişiminde gibi… Bu noktada dil ve felsefe ilişkisi bakımından siz ne düşünürsünüz?
Dilin sınırlarını dünyasının sınırları olarak ifade eden Wittgenstein ile Gadamer felsefeyi biraz da dil üzerinden kurmak girişiminde gibi… Bu noktada dil ve felsefe ilişkisi bakımından siz ne düşünürsünüz?
RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ>>>