1. Hadis
“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku, gözümün nuru namaz.”
İlk göze çarpan yanı, Resûlullah’ın dünyadan demeyip, “dünyanızdan” ibaresini kullanmış olması. Buradan öğrendiğimiz şey peygamberlerin (…) kendimizi yakın hissettiğimiz dünya ile bağlarının bizimkinden farklı olduğu.
…kadınlar, güzel koku ve namazın birlikte anılması da kadınların insanın bu dünyadan zevk almasında değil de başka bir âleme nüfuz etmesinde, bugün yaşadığımız âlemden farklı bir âleme nüfuz etmesinde bir işlev yüklendiklerini düşünmeyi gerektiriyor. (s. 18)
Dolayısıyla kadınların dünyadan sevdirilmesi, dünyaya bağlılık hissini güçlendirmekten çok, dünyadan başka bir dünyaya geçme duygusunu pekiştirmesi, bu duyguyu yoğunlaştırması bakımından düşünülmesi lazım.
…bir hadis-i şerifte “Namaz Müminin miracıdır” denildiğini biliyoruz. Yani namaz tıpkı kadınlar ve koku gibi insan teki üzerinde bir geçiş, bir nüfuz ediş, bir ulaşma, ulaşmayı sağlayan alan olarak önem taşır. (s. 19)
Lichtenberg’in dediğine kulak verirsek; “Kitaplar aynalar gibidir, aynaya bir maymun bakınca bir havarinin görünmesi imkânsızdır.”
…yanlış, onlara kapılalım diye bizi bekler… (s. 20)
2. Hadis
“Dünya, Müminin zindanı, kâfirin cennetidir.”
…kâfirler vur patlasın çal oynasın yaşarlar, dünyada hazlar peşinde koşarlar. Çünkü bu onların kâfirliklerinin bir parçasıdır. (s. 23)
Ölüm konusundaki bilinç, insana mahsus bir bilinçtir.
…ölümün gerçekleşmesiyle birlikte her şeylerini kaybedeceklerini düşünen insanlar Mümin olma fırsatını kaçırmış olan insanlardır. (s. 24)
…dünya hayatı (…) nimeti içinde barındıran bir hayattır.
…bu, hiçbir zaman hoşumuza giden şeylerin elde edebileceğimiz en son, nihaî şey olduğu görüşüne bizi asla götürmemelidir.
Dünya bir son olmaktan çok bir başlangıç olabilir. (s. 25)
Her şey bu dünyada olduğu için, birtakım güçlü unsurlar bunu kullanmayı ve lehlerine çevirmeyi düşünüyorlar. Dolayısıyla “kâfirin cenneti” olan bu dünya insanlık ailesinin bir şekilde cehennemi haline gelmiş bulunuyor.
“Dünya Müminin zindanı kâfirin cennetidir” hadis-i şerifi, bize dünyada gücü olmak meselesiyle, ahirette hesaba çekilme meselesinin birbirine zıt iki fikir doğurduğunu gösteriyor. (s. 26)
…eskiden Türkiye’de ve İslam âleminde şöyle bir söz söylenirdi: “Azıcık aşım kaygısız başım.” Yani tamahkâr ve azgın olmadığın sürece kendi âleminde huzurunu kaçırmadan yaşama şansına sahip olduğun düşünülebiliyordu. Hâlbuki dünya kâfirin cenneti vasfını arttırdıkça, bu dünya insanların aşları azaldıkça başlarının daha da ağrımaya başladığı bir dünya haline geldi.
Kâfirler, herhalde, ancak kâfirliklerinin aşırı boyutlarda gerçekleşmesi halinde dünyanın cennetliğinden faydalanabiliyorlar. Yani tam kâfir olmadıkça dünyanın da cennet vasfından istifade edemiyorsun. (s. 27)
3. Hadis
“İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlerdir. Cahiliye devrinde hayırlılarınız İslam devrinde de hayırlılarınızdır.”
“Bir devir gelecek insanlar Lâ ilahe illallah diyecek; fakat anlamını bilmeyecekler.”
…insanlara ne faydası var bunun?
“Ateşten kurtarır.”
Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla sonuçlanan olay, onun Resûlullah’ı öldürmek niyetiyle yola çıkışıyla başlar. (s. 31)
Türkiye’de Müslüman kimliğine sahip çıkan insanlar aynı zamanda Türkiye’nin kaderi konusunda da sorumluluk alma kapasitesinde insanlar olmak zorundadır. Bu kapasiteyi taşımamaları halinde bu insanların birer maden olarak çok değersiz madenler sırasında satıldıklarını, ucuz maden olmakla da birilerinin elinde ne şekle girdiklerini söyleyebiliriz.
Bizim ne cins madenler olduğumuz konusunda bir değişiklik yapma şansımız yoktur; ama en azından o madenin ne işe yarayacağı konusunda, işe yarayıp yaramayacağı konusunda bir irade seçimimiz olabilir. (s. 32)
Resûlullah Bedir Savaşı’ndan önce şöyle bir duada bulunmuştur: “Yâ Rabbi” demiştir, “Bu insanları muzaffer kıl, himaye et, çünkü eğer bunlar mahvolacak olursa senin şanını dünyada yayacak kimse kalmayacak.”
Bedrin aslanları ve onlarla birlikte, aynı zamanda Çanakkale şehitleri. Bunlar öylesine üstün insanlardır ki, o insanların maden olarak kıymetlerinin sarf edilmesi, yani bir şekilde bozdurularak kullanılması bizi halen yaşatıyor. Yani, bizler de Türkiye’de yaşarken Çanakkale’de ölenlerin yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz. Yani, Türkiye’de bir devletimiz bir milletimiz varsa Çanakkale Savaşı’nda o müttefiklerin projesini uygulayamaz hale getiren insanlardır.
Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman yaşadığımız olağanüstü bir hayat olduğunu, aslında her şeyin olağanüstü cereyan ettiğini göz önüne getirmemiz lazım. (s. 33)
4. Hadis
“Sizden bir kimse, çirkin bir şey görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle tağyir etsin. Buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
Ahlaklı olana, vurdumduymazlık yasak. (s. 35)
Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker.
İnsanlar, Müslüman olan insanlar, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. (s. 36)
…doğrudan doğruya dünyada sıhhatli, haysiyetli, hayırlı bir tutumun temsilcisi olmak, sadece temsilci değil, onun bekçisi olmak, sadece bekçisi değil onun mimarı olmak. (s. 37)
“Dünyada hangi mazarrat olursa olsun, beni ilgilendirmez ben günlük ibadetlerimi yerine getirmekten başka bir şey düşünmem” diyen adamın imanı tartışma konusudur. (s. 39)
…eğer ben Müslüman’ım diyen insan doğrudan doğruya kötülükler karşısında hassasiyet göstermemiş olsaydı, bugün küfrün hâkim olduğu dünyada bu yırtıcı muhalefetle karşılaşmayacaktı. (s. 40)
5. Hadis
“Benim sözlerimi dinleyip de başka Müslüman kardeşlerine nakleden kimselerin Allah yüzlerini ağartsın. Şu üç şeye bağlı kalan kimsenin kalbi kendisine ihanet etmez; sırf Allah için amel etmek, idarecilere yol göstermek, cemaatten ayrılmamak. Böylelerinin duaları kendilerini korur.” (s. 41)
Kimlermiş kalbi kendisine ihanet etmeyenler?
Sırf Allah için amel edenler.
İdarecilere yol göstermek.
Bir insan idareci olmadığı halde idarecilere nasıl yol gösterebilir? Kuşkusuz, toplum içinde Allah’ın çizdiği hudutların müdafi olmak suretiyle.
Üçüncüsü (…) cemaatten ayrılmamak.
Biz Müslümanlar cemaat dediğimiz zaman emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker ile yükümlü insanlar topluluğunu anlarız.
Cemaat dediğimiz zaman televizyon karşısına geçip patlamış mısır yiyenleri anlamayız. (s. 44)
…insanlar sırf Allah için amel ediyorlarsa, insanlar idarecilere yol gösteriyorlarsa, insanlar cemaatten ayrılmıyorlarsa, hadis-i şeriften öğrendiğimize göre, böylelerinin duaları da kendilerini korur yani böyle Müslümanların Allah’tan istedikleri şey gecikmeden yerine gelir. (s. 45)
6. Hadis
“Üç şey münafığın alametlerindendir. Söz söylediği zaman yalan söyler. Vaat ettiği vakit sözünden döner. Kendisine emanet edildiği zaman hıyanet eder.”
…insanların yalan söylemeleri, sözünden dönmeleri, emanete hıyanet etmeleri, onların münafıklığı konusunda bize bir ipucu veriyor. (s. 47)
…gerekçesi ne olursa olsun yalanlarla süslenmiş bir hayat yaşıyoruz.
Mesela insanlar ticaret yapıyorlarsa en kârlı alanın hangisi olduğunu bir başka insana söylemeyecektir. Bu konuda mutlaka yalan söyleyecektir. Çünkü doğru söylediği zaman o kârı elden kaçıracağından korkar. İnsanlar çocuklara yalan söylerler. Çünkü henüz çocukların doğruları kaldırabilecek kadar güçlü olmadıklarını düşünürler. İnsanlar yaşlılara yalan söylerler çünkü yaşlıların avunması gerektiğini, ihtiyarların avutulmaları gerektiğini düşünürler.
Dolayısıyla herkes herkesin münafığı haline gelmeye başlar. (s. 48)
Söz yalanla başladığı için artık o sözün tutulması da muhal hale gelir. Dolayısıyla münafıklığın ikinci alameti birincisinin sonucu olarak doğar. (s. 49)
Yalan söyleyen, yalan söylediği ortaya çıkan insanın toplumda tamamen itibarsız bir alana sürgün edilmesi; bir insanın vaat ettiği vakit sözünden döndüğü tespit elmişse onun artık hiçbir güveni hak etmediğinin vurgulanması, bunun alenen ortaya konulması ve emanete hıyanet edeceği ihtimali olan insanların teşhir edilmesi. Bunları yapmaya girişemediğimiz zaman, bunları yapmak bize geldiği zaman yavaş yavaş münafıklığın da bize bulaştığını kabul etmemiz lazım. Yani yalan söyleyen insanların hoşgörüden yararlandığı ve sözünden dönen insanların geçerli alanlarda yer tuttukları ve ihanet edeceğini bile bile kendilerine bir şeyler emanet edilen insanların imtiyazlı durumda olmaları bizim imanımıza bir tasalluttur. Biz imanımızı bu gibi insanlarla bağımızı kopararak, artık bağımsız kalmadığını belli ederek koruyabiliriz. (s. 50)
Doğru söylediğimiz zaman bize deli denileceğinden korkuyoruz. Sözümüzü tuttuğumuz zaman enayi yerine konacağımızdan korkuyoruz. Emanete hıyanet etmezsek dünyadaki itibarımızın kaybolacağı yanılsaması içine düşüyoruz. (s. 51)
7. Hadis
Kötülüğü eliyle düzeltecek olan devlettir, diliyle düzeltecek olanlar alimlerdir, kalbiyle buğzedecek olanlar da en alt tabaka olan Müminlerdir.
…halk kime buğzedip kimi seveceğini şaşırmış vaziyette…
“Fakrım (fakirlik) fahrımdır.”
“Fukaralık, az kalsın küfür olaydı.”
Bir yerde “paran kadar konuş” deniyorsa orada İslamiyet hiçe sayılıyor demektir. Maddi imkânsızlıklar, aynı zamanda zihni sefaletin de içinde barınabildiği bir alan olmamalıdır. (s. 57)
8. hadis
“Muhakkak Allahu Teâlâ hazretleri, sığır cinsinin otları dişleri arasında çevirdikleri gibi tekellüfle konuşan, ağzının içinde dilini dolaştıra dolaştıra belagat taslayan erkeklere buğzeder.”
“İlim Çin’de olsa da alınız.” deniyor ya, Çin o hadiste tesadüfen geçmiş bir yer adı değildir.
Der ki Taocular; “Güzel sözler doğru değildir, doğru sözler güzel değildir.”
…baliğ olmak iyi bir şey; ama gelgelelim belagat taslamak, demek ki, çok kötü, Allah’ın buğz edeceği kadar kötü bir şey.
…dillerin hepsi Allah tarafından insanlara verilmiştir. İnsanlar dilleri kültürleri içinde ürettiklerini düşünüyorlarsa büyük bir hataya kapılmış sayılırlar. (s. 63)
Avrupalılar modern medeniyetlerini İslam ile zıtlaşarak, İslam’a galebe çalma çabaları içinde kendilerini yoğurarak gerçekleştirmişlerdir. O anlamda, Avrupalıların dilden bir şey öğrenebildiklerini, dile sadakat gösterebildiklerini söylemek çok zor. Modernliğin çıkmazı bir bakıma Hıristiyan Avrupa’nın kendi klasik dilleri Grekçe ve Latince’deki tuhaflıkları ile de alakalı olabilir. Zaten Grekçe ve Latince’nin omurga vasfını kaybetmesinden sonra modern dillere geçtiler. Her şey belki de Allah’ın buğz etmesine vesile olan bir süreç içinde olageldi ve onlar da kullandıkları dilin kendilerine gerçekten neyi işaret ettiği konusunu göremeden bir dünya kurdular. (s. 64)
Dilin bize neyi öğrettiği meselesine bir daha dönmek bugünün dünyasında hiç kimsenin üzerinde durduğu bir hadise değil. (s. 65)
9. Hadis
“Ya Resûlullah, hangi amel daha faziletlidir? dedim. O da: “Allah’a iman etmen ve onun yolunda savaşmandır.”
Allah’a iman etmek Müslüman olmaktan ötede bir şeydir.
Müslim, Mümin, Muhsin, Müslüman olmak…
İslamiyet’i kabul etmek anlamındadır.
İslam’ın ona teklif ettiklerini kabul etmekle, en azından onlara itiraz etmemekle, insan İslam’a girer; Müslüman olur. Ama iman etmek (…) emin olmaktır.
Muhsin ise kendisine ihsan edilmiş, Mümin olmasının mükâfatını dünya hayatında görmüş kişiye diyoruz. (s. 68)
Vatan sevgisi imandandır.
Mademki bir öbür dünyaya sadece amellerimizi götürebiliyoruz, o halde en faziletli amel olarak Allah’a iman etmek insan ömrünün boşuna geçip geçmediğini bize bildirecek ya da öğretecek bir şeydir. (s. 70)
10. Hadis
“Ben ancak beşerim. Siz ise yargılanmak için bana geliyorsunuz. Biriniz hüccet getirmekte diğerinden usta olabilir. Ben ise işittiğim söze göre hüküm veririm. Şu halde bir kimseye, Mümin kardeşinin hakkını alıp verirsem ona cehennemden bir parça ayırıyorum demektir.”
…bana İslamiyet’in yüceliğini en iyi anlatan hadis-i şerif budur.
Gerek harcamalarımızda, gerekse birisiyle paylaşmamızda gerçekte hakkımız olmayan bir şeyi kendi tarafımıza nakletmiş isek, bunun bir cehennem parçası olduğunu bilmemiz lazım.
Müslüman bir insanın yaptığı her işte sahtelik ve sahtecilik konusunda kendinin yargıcı olması zarureti doğuyor. (s. 74)
Yani bir ülkede birtakım makamları, bunlar ister mesleki olsun, birtakım makamları ehil olmayan insanlar işgal ediyorsa, burada cehennem korkusu taşıması gerekenler, hem o makamların üstündekiler, hem o makamları dolduran kimseler, hem de o makamın altında kalanlardır. (s. 75)
11. Hadis
“Din kardeşinin yüzüne gülümsemen senin için bir sadaka; iyiliği emir, kötülükten nehyetmen senin için bir sadaka; delalet diyarında bir adamı irşad etmen senin için sadaka; yoldan taşı, dikeni ve kemiği atman senin için sadaka; kovandan din kardeşinin kovasına suyundan boşaltman da senin için sadakadır.”
12. Hadis
“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah indinde dahi güzeldir.”
Biz Müslümanlar öyle bir yükümlülük altındayız ki, Allah indinde güzel olamayacak herhangi bir şeyi güzel görme durumunda değiliz. (s. 86)
Bulmak isteriz. Bilgimiz arttıkça zevkimiz incelir, zevkimiz inceldikçe daha titiz seçmeler yapar, daha hassas ayırımlar gözetiriz. Artık ahlâk peşindeyiz. (s. 88)
13. Hadis
“Ey cemaat siz şüphesiz, emir olunduğunuz şeye asla takat getiremeyeceksiniz yahut asla yapamayacaksınız. Lakin doğrultunuz ve kolaylaştırınız.”
Yani, bizim Müslüman olarak emir olunduğumuz şeyler çok üst düzeyde davranış biçimlerini gerektiriyor. Bizim beş vakit namazı hakkıyla kılmamız, hakkıyla otuz gün ramazan orucunu tutmamız, hakkıyla zekat vermemiz, hakkıyla hacca gitmemiz ve ve hatta herkese çok kolay gibi görünen hakkıyla kelime-i şahadet getirmemiz altından kalkabileceğimiz şeyler değil.
Yani ideal, kemale ermiş bir İslami örnek haline gelmemiz mümkün değil.
Bunların en iyisini yapabilmeye aday olduğumuzu gösterecek biçimde davranacağız. Bu da bizim yönelişimizin doğru olduğunu gösterecek. Yani, neye emir olunduysak onu yapmakla yönümüzü şaşırmadığımızı belli edeceğiz. (s. 92-93)
14. Hadis
“Allah’ı zikretmeden bir meclisten kalkan bir kavim, merkep leşi yanından kalkmışlar gibi olur. Meclis onların nedametine sebep olur.”
Müslümanlardan oluşan bir meclisin bilgi seviyesini yükselten, insanların bilme yeteneklerini de işleyen bir faaliyete açık bir meclis olması lazımdır. Eğer böyle bir meclis değilse, insanlar bir arada bulunmakla merkep leşi yanında bulunmuş gibi olurlar. Allah’ı zikretmiyorlarsa topluca bir arada bulunan insanların her biri diğeri bakımından eşek leşinden farksızdır. İnsanlar niye birbirlerinin yanındadırlar? Allah’ı zikretmek için! (s. 99)
…Müslüman oluşumuzu dünyada bedenen varolmak ötesinde bir anlam alanına girmiş olmaya borçluyuz.
Allah zikredildiği zaman insan ruhunda bir arınma olur. Yani insan bir bakıma dünyada üzerine istemeden bulaşmış şeyleri temizlemeye başlar. (s. 100-101)
15. Hadis
“Yeryüzünde hiçbir Müslüman yoktur ki, herhangi bir dua ile dua etsin de Cenab-ı Hak ona istediğini vermesin veya o duasına mukabil, bir kötülüğü ondan men etmesin.”
Allahu Teâlâ Müslümanların bütün dualarını kabul eder. Bunu akıldan çıkarmadan yaşamak lazım. Allah’tan istediğimiz hiçbir şey geri çevrilmez. Buna inanasımız gelmiyorsa şartlarını bilmediğimizdendir. (s. 105)
Gerçekten istemek duanın kabulü için ön şarttır.
…insanoğlu, acıkmadan yer susamadan içer. Onun için insanın duası ihtiyaçlarının üzerinde olabilir.
16. Hadis
“Allahu Teâlâ, dünyada bir Mümin kulumun sevdiğini alırsam o da bu musibetin sevabını sabır ve teslimiyetle benden beklerse, onun mükâfatı ancak cennettir”
17. Hadis
“Kendinizden aşağı olana bakın, sizden daha üstün olana bakmayın. Çünkü bu, Allah’ın size olan nimetini tahkir etmemeniz için daha muvafıktır.”
18. Hadis
“Evlat babanın haklarını ödeyemez. Ancak onu köle bularak satın alır da azat ederse o başka.”
…içinde yaşadığı örgütlü toplumun ürünüdür insan.
Toplumla olan ilişkimizde eğer toplumdan gelen bir bozukluk, bir yetersizlik, bir çaresizlik görmüş isek, onunla olan ilişkimiz çerçevesinde bizim maddi manada bir üstünlük elde etmemiz kaçınılmazdır. Bu maddi üstünlük mutlaka para ile ölçülen bir üstünlük olmayabilir. Biz, bilgimizle hatta karakter özelliklerimizle de toplumu satın alabilir düzeye çıkabiliriz. İşte bu ilk yapacağımız şeyin ikinci aşaması, toplumu azat etmek olacaktır. Yani biz, bizi yetiştiren bu toplumun köleliğinden haberdar olduk ve bu kölelik karşısında o toplumu satın alabilecek derecede üstün bir performansa eriştik ise ikinci yapacağımız şey, toplumun karşısında sahip olduğumuz özelliklerin bedelini o topluma ödetmek değil. Tam tersine, biz o toplum karşısında ne kadar üstünlük sahibi isek bunun bize mükellefiyet yüklediğini kabul etmeliyiz. Mükellefiyetimiz ancak o toplumun özgürlüğüne açılan yolu genişletmek suretiyle yerine getirilebilir. (s. 126-127)
19. Hadis
“Ey çocuk, Allah’ı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza etsin. Allah’ı muhafaza et ki, onu karşında bulasın. İstersen Allah’tan iste. Yardım dilediğin vakit de Allah’tan dile.”
“Bilmiş ol ki, şu ümmet sana bir fayda vermek için ittifak etse, Allah’ın takdir ettiğinden başka bir fayda veremez. Sana bir zarar getirmek için de toplansalar Allah’ın takdir ettiğinden başka bir zarar yapmazlar. Kalemler kurumuş, sahifeler dürülmüştür.”
Demek ki kader mutlaktır! Kalemler kurumuş, sahifeler dürülmüştür.
Her şey belirlenmiş ise, her şey sabitse, niye Allah’ın emirlerini yerine getirelim. Olduğumuz gibi yaşayalım, nasıl olsa her şeyi Allah bir şekle sokmuş, ne takdir edildiyse o olacak. Niye doğru yol arıyoruz?
Her şey olacağına varır nasıl olsa. (s. 131)
Bu bakımdan, hadis-i şerifin başındaki tavsiyeye bakın, “Allah’ı muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin!”
20. Hadis
“Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.”
Demek ki, servet ve mevki düşkünü bir adam dinine zarar veriyor.
Bu zarar neden acaba iki aç kurt ile karşılaştırılıyor? Bir aç kurt yetmiyor, iki aç kurt… (1)servet ve 2)mevki)
Servet ve mevki düşkünü bir adam, hayatın akışını ve insan ilişkilerini servet ve mevki edinmenin baskın karakter haline geldiği bir insan ilişkileri ağı haline sokar.
…insanların ahlaklarının kazançlarıyla anlam kazandığı ve birbirlerini geçme, birbirlerini zarara uğratarak birbirine üstün gelme mekanizması işlemeye başlar.
21. Hadis
“Cehennem nefsin arzu ettiği şeylerle, cennetse nefsin sevmediği şeylerle kuşatılmıştır.”
Biz doğru hat üzerinde sırat-ı müstakim üzerine olup olmadığımızı bir şekilde nefsimizin arzu ettiği şeylerle ilişkimiz bakımından aşağı yukarı kestirebiliriz. Yani, sırat-ı müstakim üzerinde miyiz yoksa değil miyiz bu hususu, nefsimizin arzu ettiği şeyler ve nefsimizin hiç istemediği şeyler söz konusu olduğunda tartabiliriz. (s. 142)
22. Hadis
“Bir kimseyi Allah, Müslümanlardan işlerinin birinin başına getirirse onların hacetini görmekten ve fakirinden gizlenirse, Allah da onun hacetini bitirmez.”
Sen ki Müslümanların işlerini yapmıyorsun, hele de Müslümanların fakirlerinin gözüne gözükmek istemiyorsun, eğer beni onlar görürlerse mutlaka benden bir şey isterler diye düşünüyorsun; o halde Allah da seni muhtaç bir vaziyette bırakacaktır. Bu durumu, “sen birilerine bir şeyler vermek zorunda olduğun halde bunu yapmadın o halde sana da bir şeyler verilmeyecektir.” şeklinde yorumlamak, böyle anlamak mümkün. (s. 146)
23. Hadis
“Fetihten sonra hicret yok; lakin cihat ve niyet var.”
24. Hadis
“Kıyamet gününde Âdemoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede, ne surette harcadığından, yaptığı işleri ne maksatla yaptığından, malını nereden kazandığından ve nerelere sarfettiğinden, vücudunu, sıhhatini nerede ve ne surete yıprattığından.”
Müslüman olarak, ömrümüzü nerede harcadığımız sorusu orada bulunmamızın hangi vasfımızı harekete geçirdiği, hangi vasfımızı değerli hale getirdiği sorgusuyla birlikte anlam kazanacaktır.
Biz kimlerin ayağına çelme taktık, kimleri pohpohladık, kimleri üzdük, kimleri sevindirdik, bütün bunlar ömrümüzü nerede harcadığımızın hesabını vermemizle alakalı. (s. 160)
Malımızı sarf ettiğimiz yer, toplumda bir bakıma bizim ayakta durmasını istediğimiz bir alanı gösterir. Yani biz, nelere para harcıyorsak, o dünyanın, o para harcadığımız âlemin sıhhatine hizmet oluruz. (s. 162)
25. Hadis
“Zaiflerinin hakkı kuvvetlilerinden alınmayan bir millet nasıl temizlenebilir?”
Sosyalizm de dâhil olmak üzere çeşitli ideal toplum modelleri, son safhasında kimsenin kimseden daha güçlü, kimsenin kimseden daha zengin, kimsenin kimseden daha üstün olmadığı bir dünyanın tasarlanmasına dönüktür.
Modern anlayışın, bu alt-üst ayrımını ortadan kaldıran yaklaşımını hiç sağlıklı bulamadığımı bilhassa belirtmek gereğini duyuyorum. Altsız-üstsüz bir toplum düşlemek, altı da üstü de olmayan insan ilişkileri kurmaya kalkışmak hastalıklı bir yaklaşımdır. (s. 166)
26. Hadis
“Bir kimse bir muahedi öldürürse cennet kokusunu koklayamaz; hâlbuki onun kokusu kırk yıllık mesafeden duyulur.”
27. Hadis
“Üç kişi vardır ki, Allahu Teâlâ kıyamet günü onlara hitap etmez; onlara bakmaz; onları tezkiye buyurmaz; onlar için acıklı azap vardır! Birincisi, çölde ihtiyacından fazla suyu olup da onu yolculardan esirger. İkincisi, metaını ikindiden sonra pazara çıkarır da daha evvel bu mala şu kadar, bu kadar para verdim diye yalan yere yemin eder ve müşteri de ona inanarak o fiyattan malını alır, hâlbuki hakikat öyle değildir. Üçüncüsü, o kimsedir ki dünyevi bir maksat için devlet reisine biat ve itaat eder. Devlet reisi ona istediğini verirse sadık kalır vermezse buğzeder, ahdini ifa etmez.”
28. Hadis
“Üç sınıf insan vardır ki, Allahu Teâlâ kıyamet gününde onlara iltifat buyurmaz, onları tezkiye etmez, korumaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onlar için can yakıcı bir azap vardır. Bir: Zina eden ihtiyar. İki: Yalancı emir. Üç: Kibirli fakir.”
29. Hadis
“Ademoğlunun bir dere altunu olsa ikincisini ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.”
İnsanoğlu yaşarken bu imkân benim için kâfidir, demeyecektir.
30. Hadis
“Arınmak imanın yarısıdır. Elhamdülillah sözü mizanı doldurur. Sübhanallah ve’lhamdulillah cümleleri de yerle gök arasını doldururlar. Namaz nurdur. Sadaka burhandır. Sabır aydınlıktır. Kur’an senin lehine veyahut aleyhine hüccettir. Herkes sabahleyin işine gücüne çıkar da kendisini satar. Ya kazanır ya kaybeder.”
Suphanallah, Allah’ı her türlü arazlardan kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih ederim demek. Suphanallah dediğimiz zaman, Allah’ta herhangi bir şekilde araz yoktur, yani Allah bir şeyin belirtisi olarak bulunmaz, kendisi “öz”ün hasıdır ve Allah bütün eksikliklerden münezzehtir… (s. 197)
31. Hadis
“Müminin işi taaccübe ayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bir meziyet yalnız Mümine mahsustur. Zira o sevinirse şükür eder. Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırdır.”
32. Hadis
“Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız.”
“Yol üzerinde oturmaktan vazgeçmiyorsanız, bu yolun hakkını veriniz.”
“Haram olan şeylere bakmaktan, gelip geçeni rahatsız etmemek, selam almak, ma’ruf olan şeyi emr, münker olan şeyden nehyetmektir.”
Yollar kelimesi burada bir gayeye erişmek üzere kullandığımız “usul” anlamında kullanılmamıştır.
Demek ki, Müslümanlık öncelikle bu herkese ait olan kamu alanlarının, herhangi bir özel şahıs tarafından engellenmesini hoş görmüyor.
Müslüman isek mal mülk kazanmış olmamız aynı zamanda o kazancın Kur’an-ı Kerim’den de bunu öğreniyoruz. Orada, kazancımız üzerinde, yetimin yolcunun, hastanın, yoksulun hakkı olduğu söyleniyor. (s. 211)
Özel hayat, yanlışlığından sadece bizim sorumlu olduğumuz, yanlışlığını başkasına bulaştırmadığımız, yanlışlığını başkasına yansıtmadığımız hayatımızdır. Şimdi kamu hayatından bahsediyoruz. Kamu hayatını da haram olan şeylere bakmamak suretiyle ancak hakkını vererek yaşayabildiğimiz bir hayat haline getirebiliriz.
…haram olan şeylere bakmadığımız zaman, onlara hoşgörü göstermiş olmayız, tam tersine, onları mahkûm etmiş oluruz, yani haram olan her neyse, biz onlarla ilgilenmediğimiz zaman, onlar kendi zehirli alanlarında tek başlarına kalırlar. Tıpkı kendini sokan akrep gibi. (s. 214)
33. Hadis
“İslam’ın hangi esası daha sağlam?
‘Namaz’ dediler.
Güzel, ama o değil.
Öyleyse ramazan orucu.
Güzeli ama o da değil.
O da değilse cihattır.
O da iyidir fakat değildir.
İmanın en sağlam bağı Allah için sevip Allah için buğzetmek”
Yani, İslam’dan imana geçiş aynı zamanda biçimden öze geçiş anlamına geliyor.
Allah’tan gayrısı için sevip Allah’tan gayrısı için buğzettiğimiz zaman; bizi bekleyen en yakın tehlike putperestliktir.
Dolayısıyla, bir insanın Allah için sevip Allah için buğzetmesi bir düşünce olgunluğuna kavuştuğunun işareti sayılması gerekir. (s. 219)
Allah için sevip Allah için buğzedenlerin üçüncü şahıslara söyleyebilecekleri bir şey yoktur. Konu gerçekten Allah için sevip gerçekten Allah için buğzeden insanların kelimelere başvurmadan anlayabileceği bir konudur. (s. 220)
34. Hadis
“Titremene lüzum yok. Ben kral değilim. Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum.”
Allah Rasûlü’nün Muhammed olduğunu belirtmemek buna şahadette bulunmamak bizi tevhid akidesinden mahrum bırakır (…) Lâ ilahe illallahın kanıtı, Muhammeden Rasûlullah’tır. Durum bu kadar önemlidir. (s. 222)
“Benden sonra hilafet otuz yıldır, sonrası ısırıcı saltanattır.”
35. Hadis
…biri gelip kılıcıyla Rasûlullah’ın başına dikilerek “Seni benden kim kurtarabilir?” dedi. Rasûlullah (S.A.V.): “Allah!” diye cevap verince kılıç elinden düştü.
Rasûlullah (S.A.V.), ashabının bulunduğu mahalle giderek: “İnsanların en hayırlısının yanından geldim.” dedi ve sonra da korku namazını anlattı.
…yani bir insan Allah’tan başka hiçbir şeye güvenmiyor, bunu farketme yetisi insanların en hayırlısı olmaya yetiyor.
36. Hadis
“Sözlerinde ve fiillerinde ileri gidip hadleri aşanlar helak olmuştur.”
Yani insanlar kendi güçleri ve kendi zihin yetenekleri bakımından başka bir güce ihtiyaç duymayan tavırlarda ısrarlı olurlarsa bu onların ileri gittiklerini gösterir. (s. 232)
…sözleri ve fiillerinde Allah rızasını gütmeyen herkes peşinen helak olmuş sayılır.
37. Hadis
“Seferden dönüyoruz, günahlardan tövbe ediyor ve rabbimize ibadet ve hamd ediyoruz.”
En hayırlı işi yapıyor olsak bile, atılımımızda ve açılımımızda bir tedbirsizlik vardır. Yani insan olarak hayatımızın atılımına, açılımına dönük alanlarında gerçekte dünyada nasıl bir etki uyandırdığımızı bilmemekten gelen titremeye rastlanır.
Bu örnek olay vesilesiyle hepimiz salih bir hayatın bir kaygı, bir endişe dönemi olduğunu bilmekle yüz yüzeyiz. Allah Rasûlü seferden dönerken günahlardan tövbe etmeyi zikrettiyse bunun anlamı iyi kavranmalıdır. Çok hayırlı, çok üstün nitelikli bir İslami tutum içinde olmasına rağmen Allah Rasûlü günahlardan tövbe etmekten niçin söz etmektedir? Çünkü, kainatın çekilip çevrilişi Allah’a mahsus olduğundan ve biz Allah’ın kulları olarak bu çekilip çevrilişte bize sadece yükümlülük olarak bildirilen şeylerin yerine getirilmesi sınırı içinde olmamız durumunda olduğumuz için dünyada nasıl bir etki yaptığımızı bilemeyiz. Bilemediğimiz için de her an yanlışlığı, inhirafı, itizali benimsemediğimizi vurgulamak zorundayız. (s. 238)
38. Hadis
“Şüphesiz ki sizler, kendinizden önceki milletlerin yoluna karışı karışına, arşınına, tıpatıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet o ümmetler bir kelerin deliğine girseler, siz de muhakkak onlara tabi olmaya çalışacaksınız.”
…bu ümmetler Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır?
Rasûlullah: “Onlardan başka kim olacak!”
Yahudi ve Hıristiyanlar kendilerini İshak (A.S.)’ın devamı kabul ederler. Bizleri de biz Müslümanları da İsmail (A.S.)’in soyu olarak kabul ederler.
…Moby Dick şöyle başlar: “Bana İsmail deyin.” Yahudi ve Hıristiyan kültüründe “İsmail” kayıp kardeş veya cemaatten kopmuş biri olarak algılanır ve böyle bir muameleye tabi tutulur.
Martin Heidegger’e Henry Corbin, “Sizden önce bu fikirleri ileri sürmüş birine rastladım” demiş. Bu kişi de bir Müslüman İşrak felsefesi’nin kurucularından Suhreverdi. Martin Heidegger modernistlerden post modernistlere kadar, nasyonal sosyalistlerden çevreci yeşillere kadar birçok Batılı unsurun kendine kaynak saydığı bir isim. Oysa onun öncesinde Suhreverdi var. Bunu boş bir böbürlenme olarak söylemiyorum. Bir yakınma olarak ifade ediyorum. (s. 246)
39. Hadis
“Hiçbiriniz ey hasara ve ziyana uğrayası dehr demesin, çünkü Allah dehr’dir.”
Dehr’e sövmeyeceğiz çünkü Allah dehr’in sahibidir.
Başımıza iyi veya kötü ne gelirse gelsin, “ben ne yaptım da bu oldu” demek, Müslüman olarak bizim görevlerimiz arasındadır. (s. 251)
40. Hadis
“Arabın tekellüm ettiği en şiirli söz parçası Lebid’in şu sözüdür: Ela Küllü şey’in ma halel lehe batılu.” …ibarenin Türkçe meali şöyle: “İyi biliniz ki, Allah’tan başka her şey batıldır.”
Marmara Medya
Editör: İshak Arslan
3. Baskı, Ekim 2004
BU PAYLAŞIMI ASIL KAYNAĞINDAN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN>>>
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkür ederiz.