PROF. DR. SADETTİN ÖKTEN - MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR - 2

MEDENİYET ALGISININ TESPİTİ TARİH VE ZAMAN İLE İLİŞKİSİ

Yukarıdaki bölümde Medeniyet Tasavvurunun veya algısının bir değerler sisteminden ibaret olduğunu görmüştük. Bu sistem bir toplum tarafından bilindiği, içselleştirildiği, sevildiği ve inanıldığı zaman hayata tatbik edilerek Kültür’ü oluşturmaktadır. İnsan varlığı zamansız ve mekansız yaşayamadığından zihinlerde bilinen ve kalpte inanılan Medeniyet Tasavvuru var olmak için mutlaka hayata geçmek zorundadır aksi halde bir teori veya ütopya olarak kalır. Toplumların bütün eylemleri ile oluşan Kültür Medeniyet Tasavvurundan beslenir ve bu tasavvur doğrultusundan biçim kazanır aynı coğrafyalarda ve benzer tabi şartlar altında yaşayan toplumların Medeniyet Tasavvurları farklı olduğu için bunlardan oluşan Kültür’leri farklı biçimler ortaya koymuşlardır. Burada Medeniyet Tasavvurunu kısaca “Öz”, kültürün oluşturduğu bütün biçimlere de kısaca “Biçim” adını veriyoruz. Bundan sonra ki açıklamalarda Öz, Medeniyet Tasavvuruna, Biçim de onun oluşturduğu Kültüre tekabül edecektir. Bir Medeniyet Tasavvurunu yani Öz’ü tespit edebilmek oldukça zor ve yorucu bir çabayı gerektirir çünkü Özü bir toplumda ya da bir Medeniyet Ailesini oluşturan toplumlarda doğrudan doğruya gözlemlemek mümkün değildir. Toplumda gözlenen şey sadece biçimlerdir görülebilen biçimden görülemeyen öze gitmek için belli bir yöntem izlemek icap eder. Bu meseleyi zorlaştıran diğer bir faktörde Biçimlerin mekana ve zamana bağlı olarak büyük değişiklikler göstermesidir. Yeryüzünde geniş bir coğrafyaya yayılan bir Medeniyet Ailesinde belli bir zaman kesitinde gözlenen muhtelif biçimlerin arkasında bunlara hayat veren tek bir Öz acaba mevcut mudur? İlk bakışta bu geniş çeşitlilik içerisinde bu çeşitliliğin kaynaklandığı bir değer hükümleri manzumesi yakalamak ya da vardır demek çok zor görünür ayrıca bu geniş coğrafyada zaman kesitini değiştirdiğinizde ortaya çıkan öncekinden farklı yeni biçimlerin varlığı da tek bir Öze doğru yürümeyi oldukça güçleştirecektir. Ancak Medeniyet Tarihçileri toplumun tarihi macerasına bakarak ve bu maceradaki olay ve olguları özel bir süzgeçten geçirerek arkadaki büyük gerçekliği yani Medeniyet Tasavvurunun biçimlere hayat veren varlığını tespit ederler.

Toplumun zaman içinde geçirdiği macera diğer bir adı ile Tarih hayatın bütün veçhelerini kapsamalıdır. Tarihe bakışta genel olarak siyasi tarih daima öne çıkar bu olgu ülkemizde daha da vurgulu olarak geçerlidir. Siyasi tarih tek başına göz önüne alındığında toplumun sahip olduğu Medeniyet Algısını yakalamak oldukça güçtür bu nedenle Kültür Tarihi, İktisat Tarihi, Sanat Tarihi, Din Tarihi ve diğer konuları da kapsayan Tarihi serüven mutlaka siyasal tarihle beraber göz önüne alınmalıdır. Bu yaklaşımda sadece olayların sıralanmasıyla yetinmek sağlam bir sonuca varmak için asla kafi değildir her sahadaki tarihi olayları eleştirel bir bakışla ele almak analiz etmek zemin ve zamana bağlı olan ayrıntılardan arındırmak gerekir arkadaki Öz ya da Medeniyet Tasavvuru ancak bu şekilde tespit edilebilir. Bu süreç bir toplum üzerinde uygulandığında yinede zor bir süreç olmakla beraber aynı Medeniyet Ailesine mensup toplumlar üzerinde uygulandığında bu zorluk daha da artacaktır. Buna karşılık bir Medeniyet Ailesini oluşturduğu var sayılan toplumların tarihleri üzerinde yapılan inceleme sonucunda ortak bir değerler sistemine varılabilirse bu muhteşem bir medeniyet tasavvurunun ifadesi olur.

Medeniyet Tarihçileri bir toplumun zaman içindeki macerasına yada tarihine bakarken üç ayrı merhale olduğunu ileri sürüyorlar bunlardan birincisi; Kronik tarih yada geleneksel tarihtir, gözlemci oldukça yakın bir mesafeden bir toplumun tarihine baktığı zaman burada kısa bir dönemi gözlemlemek, algılamak ve tespit etmek durumundadır. Genel olarak bu tür gözlemlerde konular, günlük olaylar ve eylemlerdir. Tarihçi bunları kayda geçer bu süreçte yargı, yorum ve anlam çıkarma gibi yaklaşımlar bulunmaz ya da pek azdır. Yakın mesafeden olaylara bakıldığında verilen hükümlerin, yapılan yorumların ve geliştirilen anlamların hiç de doyurucu olmadığını geçen zaman göstermiştir. Yakın mesafeden yapılan gözlemlerde olay ve eylem sayısı ister istemez azdır buna karşılık her olay ya da eylemin ayrıntıları bütün sarahati ile görülür ve kayıt edilir. Bu ayrıntı kalabalığı arasında Öze doğru giden yolu belirlemek ya da diğer bir deyişle olayı veya eylemi değerlendiren gerçekçi bir hüküm vermek çok zordur. Böyle bir hüküm verilse bile burada hata yapmak ihtimali fevkalade yüksektir.

Medeniyet Tarihçisi toplumun bütün veçheleri kapsayan farklı sahadaki tarihlerine bir gözlemci olarak bakarken olaylara biraz daha uzak durduğunda daha geniş bir zaman aralığını inceleme imkanına kavuşur diğer bir deyişle kronik tarihçi günlük olaylarla ilgilenirken daha uzak mesafeden bakan gözlemci dönemlerin tarihine eğilmiştir. Bu uzak bakış sırasında daha çok olay ve eylem gözlem sahasına girer buna karşılık olay ve eylemlerin ayrıntıları giderek silikleşir ve kaybolur olay ve eylemler esas özellikleri ile görülür. Böylece o dönemde gerçekleşmiş olaylar ve eylemler arasında benzerlikler ve farklar tespit edilerek bir ilişkiler yumağı oluşmaya başlar. Özellikle benzerlikler bazı kerede zıtlıklar Medeniyet Tarihçisinin Öze varma yolundaki gayretine ümit verici bir başlangıç oluşturur. Bu oldukça uzun bir süreyi kapsayan gözlemleme sırasında olaylar arasındaki ilişki ya da zıtlık kısmen de olsa yorum, yargı ve anlam yükleme faaliyetine imkan verir. Burada ki yanılma payı bir önceki kronik tarihçiliğe göre çok daha azdır. Bununla birlikte toplumun veya bir Medeniyet Ailesini oluşturan toplumların sahip olduğu Özü belirlemek için bu mesafeden bakış, gözlemleme ve değerlendirme de asla yeterli değildir. Bir örnek üzerinde konuşmak gerekirse kronik tarihçi mesela Napolyon’un belli bir savaşını bütün safhaları ile anlatırken, olaya daha uzaktan bakan bir Medeniyet Tarihçisi Napolyon döneminin bütün olaylarını gözlemlemek zorundadır. Böylece o döneme biçim veren yargıları tespit etmek imkânına kavuşur yahut daha geniş bir ölçekle bakarsak kronik tarihçi Napolyon dönemi olaylarını kayda geçerken daha uzaktan bakan Medeniyet Tarihçisi dönem olarak Fransız devrimini dikkate alır.

Ancak Öze yani Medeniyet Algısına dair sağlam ve güvenilir bir sonuca varmak istenirse tarihe yüzyılları kapsayan bir perspektiften bakmak gerekiyor. Medeniyet Tarihçileri bir Medeniyet Tasavvurunun doğuşunu, gelişmesini, olgunluğa erişmesini ve sonra yavaş yavaş hayatın dışına taşınarak yeni bir yoruma imkan ve hayat vermesini binyıllık bir zaman süresi içinde değerlendiriyor. O halde Özü yakalamak için gerekli olan zaman süresi en azından bin yıla yakın bir zamanı kapsayan bir müddet olmalıdır. Burada tarihe çok uzaktan bakılmakta ve uzun bir zaman aralığı gözlemlenmektedir, bu gözlemlemede olay ve eylemlerin ayrıntıları iyice silinmiştir adeta hiç görülmez yakın bakışta çok hızlı gelişen hadiseler çok uzaktan bakışta geniş ve yavaş bir hareketi ifade ederler. Ancak bu geniş zaman süresinde pek çok olay ve eylem cereyan etmiştir. Özellikle bir toplumdan ziyade aynı Medeniyet değerlerini paylaşan veya paylaştığı varsayılan birkaç topluma da birlikte bakılırsa çok zengin bir olaylar ve eylemler birikimiyle karşılaşılır. Bunlar ayrıntılarından arınmış geniş ve yavaş seyreden bir görünüm içerisindedirler. Burada şu soruyu sormak yerinde olur acaba bunlar arasında ilk bakışta göze çarpmayan üzeri örtülü ve gizli bir bütüncüllük bir ortak özellik var mıdır?

Ve bu ortak özelliğin ve gizli bütüncüllüğün sebebi bunları oluşturan tasavvurun değişmezliği yani Öz müdür? Bu çok uzun süreli gözlemleme sürecinde detaylarından arınmış geniş ve yavaş seyreden çok sayıdaki olay ve eylem arasında bulunan benzerlik ve zıtlıklar daha yakından bakışlara göre çok daha kolaylıkla tespit edilebilir bu gerçeklik bizi yargı, yorum ve anlam yükleme noktalarında çok daha genel ve kapsayıcı sonuçlara götürür.

Yukarıdaki paragraflarda anlatılanları şu şekilde özetleyebiliriz; Toplumun bütün veçheleri kapsayan tarihlerine çok uzak mesafeden baktığımızda buradaki biçimlerden ya da özelliklerden bunların arkasında bulunan Özü yakalayabilmek için nesnel olmak ve ancak insanın kaçınılmaz bir özelliği olan öznelliğimizi de olabildiğince bilmek hesaba katmak ve değerlendirmek mecburiyeti vardır. Bunun ötesinde rasyonel bir bakış ve ilmi bir disiplin kullanarak ayrıntıları ayıklamak ve duygusallığımızı hesaba katmak mecburiyeti vardır yine bu rasyonalite ve ilmi disiplin sayesinde olaylar ve eylemler arasındaki ortak yönleri ya da bütüncüllüğü sağlayan unsurları fark etmek ve belirlemek mümkündür. Bir kademe sonrasındaki faaliyet ise bütüncüllüğü sağlayan unsurlar arasındaki ilişkiyi sezmektir. O zaman olaylar arası bütüncüllüğü sağlayan unsurlar bir sistem içine girmiş olur sürecin belki en zor safhası bu ilişkiyi sezmektir. Bütüncüllüğü sağlayan unsurlar arasındaki ilişki diğer bir deyişle her olaya yön ve hayat veren ilke medeniyetin özü ya da değerler sisteminin bir unsurudur. Ortak ya da bütüncül unsurları içine alan sistem ise Medeniyet Algısıdır.

Şimdi bu kademelerin nasıl gerçekleşebileceğini irdeleyelim. Tarihe çok uzaktan ve geniş bir açıdan bakmak bu arada nesnel olmak ve öznelliğimizin değerlendirmesini yapabilmek için gereken şey kendi uygarlık dünyamızın dışına çıkmaktır. İnsan varlığı göreceli bilgi ve görgü sahibi olduğunda sadece farkları fark edip değerlendirebilir daima aynı ortamda yaşayan insan içinde yaşadığı ve ortak olduğu tarihe nesnel bakamayacağı gibi kendi öznelliğinin de farkında olamaz. Kendi Medeniyet dairesinin dışına çıkan ve o farklı ortamın farkına vararak orada bir zaman geçiren insan bilgi, duygu, deneyim belki zaman olarak farklı bir birikim ve akışa şahit olur ve hatta ortaklık eder. Bu katılım ona kendi medeniyet algısının dışında ve ondan farklı başka algıların ya da Özlerin var olduğunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Oldukça uzaktan bakarak olay ve eylemlerde rasyonel bir bakış ve ilmi bir disiplinle ayrıntıları ayıklayabilmek için tekrar kendi uygarlık dünyamıza dönmemiz gerekir ancak bu kez yabancı bir uygarlığa ait deneyim duygu ve bilgilerle donanmış olarak dönülmektedir. Bu donanımla kendi tarihi maceramızı Yeniden gözlemlediğimizde daha nesnel olmak daha rasyonel ve ilmi disiplinle ayrıntıları ayıklamak ve duygusallığımızı değerlendirmek mümkündür. Bu aşamada bize ait gibi görünen bir kavramı kendi medeniyet perspektifimizden değerlendirebildiğimiz gibi bir başka medeniyet değerlerinin ölçütleriyle de değerlendirebiliriz. Mesela dürüstlük kavramına İslam Medeniyetinin bakış açısı ile baktığımızda görünen temel özellikler Moderniteye mensup bir batılının bakışında tamamen farklı niteliklere bürünür dürüstlük kavramı her iki medeniyet algısında var olmakla beraber bunlara yüklenen yorum, yargı ve anlamlarda tamamen farklıdır.

Bu fark ancak yabancı bir uygarlık ile tanışıldığı zaman ortaya çıkar kısaca söylemek gerekirse, kendimizi fark etmek için mutlaka yabancı bir medeniyeti tanımak mecburiyetindeyiz.

Yukarıda özetlenen süreç sonucunda gözlemlenen uzun tarihi süre boyunca yaşanan çok sayıda olay ve eylemden bazı ortak ve bütüncül sonuçlara doğru giden bir yol aydınlanır Öz yavaş yavaş ortaya çıkmakta Medeniyet olgusunu oluşturan ana ögeler görülmeye başlanmaktadır. Bu arada eksik kalan noktalarda bilgi edinme yani okuma ve gözlem yapma sonra düşünme ve ardından tartışma aşamaları kaçınılmazdır. Böylece sonuca doğru giden sınanmış ve elenmiş bir tortu ortaya çıkar. Yukarıda açıklanan kendi Medeniyet ailesinden dışarı çıkış ve o yabancı uygarlığın farkına varış ve tekrar kendi medeniyet ailesini o yabancı donanımda eşlik ettiği halde değerlendiriş bir kereye mahsus olmamalıdır. Her çıkış ve geri dönüş gözlemcide gözlemlediği olay ve eylemler alanında yeni bölgeleri aydınlatır ve ortaya çıkan sonuç, resim giderek bütünleşir. Bu resimde her öğe Özden bir parça diğer bir deyişle değerler sisteminde bir değere tekabül eder. Resmin tümü ise bu uzun süreçteki tüm olay ve olgulara neden olan ve hayat veren hiyerarşik bir yapı yani değerler sistemidir. Bu hiyerarşik yapı değerler arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Medeniyet Algısı dediğimiz bu sistem aynı zamanda bir uygarlığın soyut şemasını oluşturur. Bir toplumun ya da aynı Medeniyet Ailesine mensup toplumların ortak özelliği zihin ve gönül dünyalarında bu temel yapıya sahip olmalarıdır.

Uygarlığın soyut şeması denilen bu temel yapıyı diğer bir deyişle Medeniyet Algısını ele aldığımız zaman bunun ayrıntılar dışındaki ana özelliğinin dini duygular olduğunu görüyoruz topluluğu bilgi ve duygu noktasında harekete geçiren bu duygular iman, aşk, vecd, teslimiyet ve bunlardan kaynaklanan eylem enerjisidir. Dini duygular denildiği zaman sadece toplumda genel geçer anlamda kullanılan din sözcüğünden kaynaklanan duygular anlaşılmamalıdır. Bazı toplumlarda ya da toplumun bazı kesimlerinde din gibi algılanan yani bilinmekle yetinilmeyip iman edilen felsefi sistemlerde bireylere yukardakilerden farklı bir nitelikler bütünü içinde aşk, coşku ve eylem enerjisi verebilmektedir.

Medeniyet Algısına ya da temel yapıya bütün toplum inanmalı ve bu yapı toplumsal bir kabul görmeli ve yine kitlesel bir mutabakat oluşturmalıdır. Bu temel yapı toplumu oluşturan muhtelif katmanların kendilerine özgü özelliklerinin üzerinde yer almak durumundadır öyle ki bir Medeniyet Algısı bir toplumda yaşayabiliyor ise onun değerler sistemi toplumun her katmanına kendi özelliklerini koruyabilecek bununla birlikte ortak bir çatı altına toplanabilecek özgürlükleri ve imkanları da sağlamalıdır. Bu özelliklere haiz bir toplum sahip olduğu maşeri kabul görmüş ve mutabakat yaratmış bir Medeniyet Algısı sayesinde umulmadık ve beklenmedik bir sinerjiye sahip olur, ilerler, yücelir ve insanlık ailesine değerli ve vazgeçilmez katkılarda bulunur. Temel yapı ya da Medeniyet Algısı toplumun sorunlarını çözer. Yukarıdaki bahislerde de değinildiği gibi bu sorunların bir kısmı evrensel bir kısmı da yereldir. Evrensel sorunlar bütün insanlarda ve toplumlarda her zaman var olan sorunlardır örneğin; hayatın anlamı, öncesi ve sonrası ya da davranışlarımızı ve isteklerimizi kısıtlayan kurallar, görevler ve sorumluluklar gibi her temel yapı bu hususlarda bir cevap ve çözüm sahibidir. Yerel sorunlar ise ekonomik sıkıntılar, hastalıklar, doğal afetler gibi zaman zaman var olan sonra kaybolan problemlerdir. Medeniyet Tasavvuru bunlara da bir cevap verir burada önemli olan husus bu cevap ve çözümlerin sadece ve sadece o tasavvura inanan insanlar için geçerli ve doğru olduğudur. Böyle bir inanca sahip olanlar eylemlerini Medeniyet Tasavvurunun gösterdiği istikamette gerçekleştirirler ve o tasavvurun önerdiği cevaplara ve çözümlere göre yaşarlar böylelikle o topluma ait inançla eylem örtüşmüş olur. Bu ise toplumda büyük bir huzur ve itminan kaynağıdır.

Medeniyet Algısı ya da temel yapı değişen şartlar altında toplumsal sorunları çözüm ya da cevap üretemez ise ya da diğer bir deyişle derde deva olacak biçimleri ortaya koyamazsa neticede kendisi sorgulanma sürecine girer. Bu süreç sonunda çözüm üretememe hali devam ederse Medeniyet Tasavvuru giderek zayıflar bu hususlara zaten yukarıdaki bahislerde de değinilmişti. Temel yapı sorgulanma süreci sonunda zayıflamakla birlikte asla kolayca yıkılamaz. Çok yavaş ve çok zor değişir öyle ki bir yüzyıl boyunca gözlemlendiğinde adeta değişmez gibi görülür temel yapı değişikliğe uğrayınca ya da yıkılında bir uygarlık devri kapanır. Bunun gerçekleşebilmesi için Medeniyet Algısının yada temel yapının toplumun karşı karşıya kaldığı sorunlarda bir çözüm ve cevap üretememesi asla yeterli değildir buna karşılık toplumsal olarak bu temel yapıdan çözüm üretememe konusunda ya da yaşamak için yeterli olamama hususunda tamamen ümidin kesilmesi ve bu noktada maşeri bir mutabakatın oluşması gerekir. Böyle bir mutabakat oluşunca bir uygarlık devri kapanmış buna karşılık zorda olsa yeni bir uygarlık döneminin ilk sancıları ve ışıkları görülmeye başlamıştır. Bu yeni uygarlık döneminde eski uygarlığın mirası ve etkisi kuvvetle devam eder yeni uygarlık eskisinden ya olduğu gibi ya da yorumlayıp değiştirerek pek çok unsur almak mecburiyetindedir. Medeniyet Tasavvuru olmadan yaşamak imkanından mahrum bulunan insanlık bir Medeniyet devrinden diğerine geçerken de olabildiğince yumuşak ve sarsıntısız geçiş yamak zorundadır. Bir Medeniyet Tasavvurunun yaşayıp yaşamadığına bakmadan ya da yaşayabilirliğini gözlemlemeden şu ve ya bu erki kullanarak terk edip yerine bir başkasını ikame etmek tarih boyunca mümkün olmamıştır. Zaman içinde böyle sert uygulamalar vuku bulmakla birlikte bu geçişten kısa bir dönem sonra topluma ödemesi gereken çok ağır bedeller yüklenmiştir. Bir toplumda Medeniyet Tasavvuru üzerinde ya da temel yapıda maşeri bir mutabakat oluşmazsa ve ya diğer bir deyişle toplumun bir kısmı temel yapıdan ümidini kestiği halde bir kısmı ümidini sürdürürse ortaya bir sinerji çıkmayacağı gibi tam aksi kaotik durum hakim olur. Bu durumda toplumsal enerji eylem gücü ve bunların ardındaki duygusallık dağılmış ve parçalanmıştır. Bu sıkıntılı durum temel yapı üzerinde kabul ya da ret niteliğinde bir uzlaşı oluşuncaya kadar devam eder.

Yukarıda uzun uzadıya söz ettiğimiz medeniyet tasavvuru ya da temel yapı yahut Medeniyetin soyut şeması Medeniyet Tarihçilerine göre şartların uygun olması halinde kendiliğinden oluşmaktadır. Bir sonraki bölümde ayrıntıları ile ele alınacak olan bu şartlar yine Medeniyet Tarihçilerine göre ekonomi, mekan, etkileşim ve zihniyet şartlarıdır. Yukarıdaki cümleden de anlaşılacağı gibi bir Medeniyetin algı olarak ortaya çıkabilmesi için bu şartlar gerekli olmakla beraber yeterli değildir. Kısacası bu şartların hepsi mevcut olduğu halde özgün bir Medeniyet Tasavvuru ya da bir tasavvurun yeni bir yorumu ortaya çıkmayabilir. Bu hadise adeta rasyonel planda açıklanamayan bir kader oyunudur toplum bir deniz yolculuğuna çıkmış bir gemi gibi bir tarih yaşar hayat bazen sakin bazen dalgalı bazen de ağır fırtınalıdır. Medeniyet Algısı yada temel yapı bu uzun maceralı yolculukta toplumu korur özelliklerini muhafaza eder ve neticede toplumun kendisi olarak kalmasını sağlar. Toplumun üzerinde maşeri mutabakat oluşturarak uyguladığı bu temel yapı toplum tarafından bir kimlik meselesi olarak algılandığı için dikkat ve ciddiyetle korunur ve sonraki nesillere aynı ihtimam ve itina ile aktarılır. Kimlik bir birey için en önemli ve vazgeçilmez bir değer olduğu kadar bu gerçeklik toplum içinde geçerlidir. Bir toplum kendi kimliğinin farkına vardığında kendi ayrıcalığını ve özelliğini de anlamış bunun bilinci ile huzur ve güven duygularına varmıştır. Bu bilince varabilmek için yukarıda sözü edilen Medeniyet çözümlemesinin ana hatları ile bilinmesi ve topluma mal edilmesi gerekir yani uzak mesafeden bütün veçheleri kapsayan tarihe bakıldığında sadece Medeniyet Tarihçileri tarafından saptanan temel yapı yada Medeniyetin soyut şeması ana hatları ile en azından toplumun aydınları tarafından da bilinmeli ve içselleştirilmelidir. Başlangıçta özel bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkan temel yapının tespiti, toplum katmanlarına olabildiğince yayılan bir bilgi haline geldiği zaman maşeri bir bilinç ve eylem gücü ortaya koyar. Bu süreçte önemli olan Medeniyet Tarihçisinin dikkatli derinlikli ve etraflı çalışmasını sadeleştirirken sürecin ana özelliklerini ihmal etmemek ve ona hayat veren unsurları konunun dışındaki bir aydınında rahatça kavrayabileceği bir şekilde özetlemektir. Bu süreçte konunun uzmanları tarafından haklı olarak önemsenmeyen ya da sıradan bir öge olarak algılanan bir eksiklik sayıca nitelikçe ve eleştiri açısından yarım kalmış bilgiler varsa bunlar da süratle tamamlanmalıdır. Böylece temel yapının yahut Medeniyet Algısının sadece uzman Medeniyet Tarihçileri için geçerli olan karmaşık yapısının yanında bir de toplumun ortalama aydını için ortaya konmuş daha basit bir versiyonu da bulunmak zorundadır. Ancak bu ikisinin temel özelliği Medeniyet Tasavvurunun ana çizgisini sağlam ve sarih bir şekilde ortaya koymuş olmalarıdır. Bu ana çizgi kurulamadığı ya da Medeniyet Tasavvuru sağlam ve sarih bir şekilde ortaya konulamadığında toplumun her ferdi ya da kesimi Medeniyet Algısı olmaksızın yaşanmayacağı için kendine has bir hayal alemi kurar yada sezgi ve yorum bütünü geliştirir bu durum Medeniyet Tasavvurunun olmazsa olmazı olan maşeri mutabakat ve inanç zaruretine taban tabana zıt bir kaosu ifade etmekten öte bir şey değildir.

Kaynak: http://ww3.ticaret.edu.tr/bgur/files/2013/03/12_sadettin_okten_ders-notu.pdf

Yorumlar

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.