PROF. DR. SADETTİN ÖKTEN - MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR - 4

MEDENİYET ALGISI İLE KÜLTÜRÜN VE BİÇİMLERİN İLİŞKİSİ VE ETKİLEŞİMİ

Bir medeniyet algısı toplumsal hayatın bütün veçhelerde kendini gösterir ve göstermek zorundadır. Bu veçheleri en önemlileri ile şöyle sıralayabiliriz. Muaşeret, Bilim, tefekkür ve sanat. Şimdi bu alanların teker teker izahına girişelim. Muaşeret alanı bütün toplumsal ilişkileri kapsamaktadır. İnsanların günlük hayatı, çalışma ve üretme alışkanlıkları ve usulleri, birbirleri ile olan ilişkileri gibi her türlü beşeri faaliyet bu alana girer. Şüphesiz böyle bir ilişkiler yumağında hayatın sorunsuz ve rahat akması için bir takım kurallar ve usuller gereklidir. Bu kural ve usullerin neşet ettiği kaynak o toplumun zihniyetinde ortak bir yer işgal eden medeniyet algısıdır. Toplumun fertleri medeniyet algısının gösterdiği doğrultuda biçimler üreterek toplumsal ilişkiler yumağını kısacası muaşereti gerçekleştirirler. Muaşaret kuralları ve usulleri olmaksızın toplumun yaşaması huzur ve sükun içinde verimli olarak hayatını idame ettirmesi mümkün değildir. Çünkü insan varlığı kendisinin bile bazen tanımlayamadığı bir ihtirasın zebunu olabilmektedir. Medeniyet tasavvuru bu tür duyguları dizginleyerek toplum için yaşanabilir bir kurallar bütünü ortaya koyar. Bu kuralların en geniş çerçevesi ahlaki normlar ya da kaidelerdir. bu kurallara uyulduğu zaman yani ahlaklı bir toplumsal hayat gerçekleştirildiğinde ortama huzur, sükun ve ferahlık hakimdir. Birey bilerek ve isteyerek ihtiraslarını sınırlayıp yönlendirdiğinde kısacası ahlaki davrandığında rahat bir toplumsal hayat yaşayarak bunun karşılığını almaktadır. Bunun aksi olarak ahlaki kuralları çiğnediğinde ise belki bir an için arzularını gerçekleştirmiş olsa bile huzursuz bir toplumun ahlak kaidesini çiğnemiş ferdi olarak itham edilmek yükünden kendini kurtaramaz. Ahlak bütün davranışları kapsayan geniş bir kurallar bütünü olduğu halde hukuk bazı özel ve aşırı davranışları kapsar. Ahlakın cezalandırması büyük ölçüde manevi olduğu halde hukukun cezalandırması hem manevi hem maddidir. Ahlak bir davranış hakkında iyi ya da kötü derken, hukuk suçlu ya da suçsuz ayrımında bulunur. Hukukun suçsuz dediğini ahlak her zaman iyi olarak görmeyebilir. Neticede ahlak kuralları ve hukuk yasaları medeniyet algısının değerler sistemine göre düzenlenir. Bu sayede toplumsal yapıda ahenk ve uyum ortaya çıkar. Yukarıda da birçok kez belirtildiği gibi böyle bir düzenleme inanılan zihniyet yapısı ile yaşanan biçimlerin mutabakatı anlamına gelmektedir.

Medeniyet tasavvurunun bilim sahasında da belli bir yaklaşımı yorumu ve tercihi vardır. Bilim alanı her ne kadar fiziksel dünyada ki olayları incelese ve bu olaylar dünyanın her yerinde aynı olsa da her medeniyet tasavvuru bu incelediği olguya bir mana ve değer yükler ve o olguyu salt bir vaka olarak değil o mana ve değerle beraber ele alır ve kendi toplumuna ya da bütün insanlığa o bağlam içinde sunar. Dolayısı ile burada salt fiziksel olgu değil onunla birlikte bir değerlendirme ve anlamlandırma sürecide yer almaktadır. İşte bu süreç medeniyet tasavvurunun rengini ve izini bünyesinde barındırır. Çağımızda hakim olan bilimsel yaklaşım yada zihniyet adından da anlaşıldığı gibi bilimsel nitelikli bir yaklaşım ya da zihniyettir. Dolayısı ile herhangi bir fiziksel olayın açıklanması sırasında kullanılan metod seçilen terminoloji ve kurulan mantıksal çerçeve ona özel zihniyetin ya da medeniyet tasavvurunun izlerini taşır. Çünkü insan varlığı hiçbir olguyu veya olayı kendine ait öznel bakış ve yaklaşımlardan soyutlayarak ifade edemez. Ona mutlaka kendi varlığından bir şeyler hatta çoğu kez farkında olmaksızın ekler. Böylece aynı fiziksel hadise farklı iki medeniyet algısına göre farklı iki yaklaşım ve zihniyet içinde anlamlandırılır. Bu farklılık bilimin nesilden nesile aktarılması sırasında uygulanan eğitim ve öğretim sisteminde ve bilimsel bulguların hayata uygulanarak elde edilen teknolojide de kendini gösterir. Özellikle teknoloji medeniyet tasavvurunun bilime nasıl baktığını ve bilimden üretilen sonuçların nasıl kullanıldığını göstermek açısından medeniyet algısı için çok belirleyici bir ayraçtır. Yine medeniyet algısı bilimsel inceleme, araştırma ve çözüm üretmede de farklı yaklaşımlar ortaya koyar. Burada bilimin önünde ve sınırında bilimsel tecessüsü yönlendiren ahlaki bazen de hukuksal sınırlar gündeme gelir. Bu sınırlar özellikle teknoloji üretilirken ve kullanılırken kendini çok bariz hissettirir. Bir medeniyet algısı bilimsel araştırma yapar ve elde ettiği bulguları bir teknoloji üretmek için hiçbir sınır tanımdan özgürce kullanırken bir başkası aynı eylemleri bütün bir beşeriyetin ve çevrenin sorumluluğunu omuzlarında hissederek gerçekleştirmek mecburiyetindedir. Her teknoloji yeni bir imkan demek olduğu gibi yeni bir tahakküm vasıtasıdır da dolayısı ile bir teknolojiyi üretirken ya da kullanırken kendisine sıfır sorumluluk yüklendiğini varsayan bir medeniyet tasavvuru ile büyük bir sorumluluğu hisseden bir başka tasavvur arasında teknoloji üretimi ve kullanımı açısından çok büyük farklar ortaya çıkacaktır. Kısaca söylemek gerekirse; fiziksel hadise aynı olduğu halde ona yüklenen anlam medeniyet tasavvuruna göre değişir veya her medeniyet algısı kendi bilimsel anlayış ve yaklaşımını üretmek mecburiyetindedir. Bu özellik bilimden üretilen teknoloji içinde öncelikle ve özellikle geçerlidir. Yani teknoloji üretimi ve kullanımında medeniyet algısının büyük katkısı ve kontrolü söz konusudur.

Medeniyet tasavvurunun hayata intikal ettiği bir başka sahada düşünce ya da tefekkür sahasıdır. İnsan varlığı, yaşadığı çevre, hayat macerası, hayatın evveli ve sonrası, ahlak, bilim gibi konularda bütüncül ve bütün zamanlara şamil cevaplar gerektiren sorular sorar. Bu sorular mahiyet itibari ile bilimin çok üzerinde genel bir alanı kapsayan ve cevapları da bu özellikleri haiz olması gereken sorulardır. Bu alan bilimlerin eriştiği bulguları kullanarak ve onları soyutlayıp genelleyerek inşa edilen düşünsel bir ortamdır. İnsanoğlu bu düşünsel ortama göre çok daha somut ve pratik sonuçlar üreten bilimsel alanla yetinemez. Bilimsel alanın ötesinde akli ihtiyacını tatmin edecek bilime göre çok daha geniş çerçeveli genel bir düşünce ya da tefekkür dünyasına ihtiyaç duyar. Buna felsefede diyebiliriz. Böyle bir dünya realitede var olup olmadığı hususundan bağımsız olarak insan zihninin aradığı genişliği, bütünlüğü ve genelliği sunduğu için adeta vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu dünya kurulurken şüphesiz seçilen veriler uygulanan yöntem ve inşa edilen ürün bilimsel yaklaşıma göre çok daha fazla değerler sisteminin etkisi ve kontrolü altındadır.

Diğer bir deyişle her medeniyet tasavvuru kendi değerler sistemine göre bir tefekkür dünyası inşa eder. Böyle bir dünya bireye ve topluma olabildiğince geniş bir düşünce ortamı eleştiri imkanı ve farklı parametrelerin birbirleri ile etkileşim düzlemi sunmaktadır. Zihin bu tür bir modellemeyi kurup bunun farklı örneklerini oluşturduğunda fizik dünyadaki bilime daha geniş bir açıdan bakar ve onu daha gerçekçi bir konuma yerleştirir. Geniş bir tefekkür açısından muaşerete ahlaka ve hukuka bakıldığında oradaki kurallarda hayatın bütünü içerisinde çok daha reel ve etkin bir şekilde düzenlenir. Tefekkür dünyası ilk bakışta dış alemde belirli bir karşılığı olmadığı için faydasız gibi görülse de bilim ve muaşereti hayatın bütünü içinde yerli yerine oturtmakla ve insan zihnine lazım olan ufku açmakta çok yararlı olduğu için vazgeçilmezdir. Tefekkür dünyasının inşa edilmesinde de yukarıda zikredildiği gibi medeniyet tasavvurunun zihniyet ve tercihlerinin büyük katkısı ve yönlendirmesi söz konusudur. Kısaca söylemek gerekirse her medeniyet tasavvuru kendi tefekkürünü ve ya felsefesini oluşturur.

İnsan varlığı sadece gündelik ilişkilerin en geniş anlamıyla içerildiği muaşeret ahlak ve hukuk ile, aklın ve gözlemin dış dünyada yoğunlaştırılıp üretilen bilimle ve bunların üzerinde yer alan yine soyut ve genelleştirilmiş bir düşünme sistematiğinin ürünü olan tefekkürle yetinemez. Onun birde duygusal boyutu duygusal hayatı ve bu boyut ve hayatın dış dünyaya yansıması ile ortaya çıkan sanatı vardır. Sanat toplumun duygusal serüveninin o topluma mensup yetenekli bir kişi tarafından belli fiziksel objeler kullanılarak üretilen bir kompozisyon ile hayata yansıtılmasından başka bir şey değildir. Yetenekli kişi dikkatli ve iyi bir eğitim almak şartıyla toplumun duygu dünyasındaki ihtiyacı sezer ve o ihtiyacın cevabını maddi vasıtaları kullanarak ürettiği bir eserle topluma takdim eder. Ürettiği esere sanat eseri üreten kişiye de sanatkâr adı veriliyor. Üretilen eser zaman içinde gelen kuşakların ortak duygusallığını ifade eden bir niteliğe sahipse modası hiç geçmeyen klasik adını alır. Eğer belli bir dönemin duygusallığını ifade ediyor ise bir süre sonra tarihin tozlu sayfalarına intikal eder. Toplumun duygusal hayatı bilim ve tefekküre göre çok daha ortak ve yaygın yaşanan kendisini her zaman ve mekânda belli eden müşterek bir özelliktir. Bilim ve tefekkür özel kabiliyetleri olan ve yetişmiş insanlar tarafından yapıldığı halde duygusal hayat geniş toplumsal katmanların yaşadığı bir gerçekliktir. Böyle bir hayatı yaşamak için mutlaka sanatçıya ihtiyaç vardır denemez. Toplum kendi sanatını da anonim bir biçimde üretebilir. Buna karşılık bilim ve tefekkürün oluşması için özel şahıslar gereklidir. Duygusal hayatın bu yaygın boyutu onu toplumsal yapının kendine has bir hususiyeti olarak ortaya koyar. Topluma bir bütün olarak hitap etmek isteyenler çoğu kez bu özelliği dikkate alarak duygusal hayat üzerinden ilerlerler. Sanatkâr yukarıda da değinildiği gibi toplumun duygusal hassasiyetini sezen ve bu hassasiyeti ürettiği eserle bir mesaj halinde topluma geri döndüren insandır. Üretilen eserin toplumda bir karşılığı olabilmesi için mutlaka ve mutlaka medeniyet değerlerine ve tercihlerine göre üretilmiş olması gerekir. Diğer bir deyişle medeniyet algısının değerler sistemi sanat eserinde bütün berraklığı ile ifade edilmek icap eder. Böylece toplum duygusal yönden de büyük bir mutluluğu tatmış olacaktır. Çünkü inandığı ve sevdiği zihniyetin duygusal dünyadaki karşılığı ile tanışmış ve o karşılıkta kendi kendisine hissedip te ifade edemediği bir güzelliği ve müjdeyi tatmıştır.

Kaynak: http://ww3.ticaret.edu.tr/bgur/files/2013/03/12_sadettin_okten_ders-notu.pdf

Yorumlar

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.