Röportajı Yapan: Dr. Hicret K. TOPRAK, TDV KAGEM Müdürü
Özellikle son zamanlarda hepimizi itidale çağıran ve ısrarla kardeşliğimizin altını çizen yazılar yazıyorsunuz. Hakikaten bu yazılar hepimize iyi geliyor. Sanki bütün yaşadıklarımıza uzaktan bakıp bizi sükûnete davet ediyor ve ne yaşarsak yaşayalım değişmeyen küllî ilkeleri hatırlatarak bize yol gösteriyorsunuz. Bu sükûneti nasıl sağlıyor ve muhafaza edebiliyorsunuz?
Evden pek çıkmıyorum. Ortamlara neredeyse hiç girmiyorum. Davetlere katılmıyorum. Sosyal medyayı fazla kullanmıyorum. Fırsat buldukça kendimi doğaya bırakıyorum. Bazı hobilerim, meraklarım, heveslerim var. Hırsa kapılmadan onlarla ilgileniyorum. Ortak mekânlara gitmek yerine; bir tesbih ustası, sahaf veya pul koleksiyoncusuyla sohbet etmeyi daha çok seviyorum. Bütün bunlar belki biraz koruyor olabilir.
Bundan bir yıl önce 15 Temmuz gecesinde hem millete hem de devlete karşı bir ihanet ve darbe girişimiyle milletçe sarsıldık ve hamd olsun o gece bu hain girişimi millet olarak bertaraf etmeyi başardık. Siz o gece neleryaşadınız, halet-i ruhiyeniz nasıldı?
O gece hastaydım biraz dinleniyordum.Bir arkadaş aradı."Ağabey, bir sıkıntı var galiba" dedi. Cep telefonum hayli eski. Onda internet yok. Bilgisayarı açtım. Twitter yavaşlamıştı ve girilemiyor gibiydi. Sonra bir telefon görüşmesi yaptım. İşin aslını öğrendim. O ara twitter da açıldı. Tepkimi ve tavrı- mı dile getiren bir paylaşım yaptım. Yaşananların, daha doğrusu yapılanların kabul edilebilir hiçbir yanı yoktu. Açık bir işgal girişimiyle karşı karşıyaydık. İlerleyen saatlerde şehit haberleri de gelmeye başladı.
Şehitlerden bazıları yakın arkadaşımız idi. Adanmışlar ile aldanmışların mücadelesiydi bu. Karşımızda; suyu çömelerek içen, buna karşılık masum bir mümini katletmekten çekinmeyen bir grup vardı. Kadim dostlarımdan birkaç tanesini merak ettim, onlara ulaşmaya çalıştım. Aradığım isimlerden birinin hayatta olduğunu öğrenince gözlerim doldu. Devamında yoğun bir haberleşme trafiği yaşadık. Beraber dergi çıkardığımız arkadaşların tamamı ön cephedeydi. Köprüde, Genel Kurmayın önünde vs. Gece geçmek bilmedi. İkinci gün Hasdal Kışlası'nın önünde nöbet tuttuk. Evim oraya yakın sayılır. Nihayetinde bizim yerimiz bellidir. Memleketin siperindeyiz. Milletin ve ümmetin yanındayız.
Aslında o gün en büyük darbeyi de insanlığımız ve kardeşliğimiz aldı. O günden bugüne yaşadığımız travmayı atlatabilmiş değiliz. Kurumlarımıza, mahallemize, evlerimize kadar sirayet eden bir fitneyle baş etmeye çalışıyoruz. Asıl tehlike de bu değil mi?
Öncelikle müminler arasındaki itimat duygusunu zedelediler. İtimat binası yıkıldığı vakit altında nelerin kalacağını asla bilemezsiniz. İslâm kardeşliğine ciddi zarar verdiler. Milletin en kıymetli evlatlarını seçip ziyan ettiler. Birçok güzel kelimemizi, kavramı- mızı kirlettiler. Bahar gibi. Tehlike hâlâ geçmiş değil. Çünkü yaptıkları fenalıklardan dolayı zerre pişmanlık duymuyorlar. Duruşmalarda alay ediyorlar. Utanma duygusunun ne kadar muhterem olduğunu gördük, görüyoruz. Bu duyguyu kaybeden kimse hızlı bir şekilde insanlık sınıfından çıkıyor. Mensubiyeti olmayanın mahcubiyeti de olmaz. Durumları tam manasıyla budur. Her türlü fenalığı yapıyor, fitneyi çıkarıyor, insanların hayatıyla oynuyor ve bedel ödemek istemiyor.
Hiçbir şey olmamış ve yapmamış gibi yaşantısına devam etmek istiyor. Elbette adil değil. Biz 'adalet' diyoruz.
Mümin ile münafık arasındaki farklardan biri de emanet bahsidir. Kendilerine emanet edilen her şeyi çıkarları için kullanmışlar. İnkâr, yalan ve riyanın bizzat kendisi olmuşlar.
Artık dış tehdit haline geldiler. Onlar adına ne acı bir son. Aradan bir yılı aş- kın süre geçti.
Kendimi hâlâ toparlayabilmiş değilim.
Yaşananların içimdeki yankısı büyük oldu. Çoğumuz bu vaziyetteyiz. Öyle anlaşılıyor ki sıkıntılı günlerimiz her açıdan biraz daha sürecek. Bu belâdan ancak dayanışma duygusuyla kurtulabiliriz. Belki de bunun olmaması için aylardır algı operasyonları ve fitneye yol açacak hamleler yapılıyor.
İYİLER DAİMA ÇOĞUNLUKTADIR
Birbirimizden vazgeçmeye, dostlarımızı kolayca gözden çıkarmaya hazır bir halimiz var. Sahi, bize neler oluyor? Sizin sözlerinizle, "bu acımasızlık bize nereden geldi?"
Arkadaşlığın, dostluğun ve kardeşliğin de bir ahlâkı vardır. İş ahlâkını önemsediğimiz kadar bunlara da önem versek keşke. O vakit birçok sıkıntının kendiliğinden düzeldiğini gö- receğiz. Şimdilerde arkadaşlık kurmak yerine ilişkiler genişletiliyor. Kullanışlı insanlardan ağlar oluşturuluyor. Böyle biri miyiz, değil miyiz? Evvela buna bakmak lazım. Başkalarından önce kendimize dikkat kesilmeliyiz.
"Dostlukta kıdem esastır" diyenlerdeniz. Bir hadis-i şerif: "Eski dostluğu muhafaza etmek imandandır." Meselenin devamı: "Mümin vefa yurdudur." Kendi adıma, buralarda durmaya, bu nasihatlere tutunmaya çalışıyorum.
Her imkân, yıpranma payını da beraberinde getirir. Yıllardır bir imkânın içindeyiz. Haliyle bunun yan etkileri oluyor. Kimi insan değişip başka bir şeye dö- nüşebiliyor. Şahsi ikbalini yahut kazancını milletin ve memleketin üstünde görenler çıkabiliyor. Bunlar her devirde vardır. Hakikat ise şudur: İyiler daima çoğunluktadır. Onları bilmek ve bildirmek gerekiyor. Yanlarında olmak icap ediyor.
Acımasızlık bahsi uzun ve üzücü bir konu. Gençliğimizde tartışma olur, fakat şahsiyat yapılmazdı. İşte bunu yapanların sayısında endişe verici bir artış var. Bu huyun ne kadar kötü bir şey olduğunu ısrarla anlatmalıyız. "
Olamayanlar, ölmeyi göze alamazlar" derler. O gece milletçe ölmeyi göze aldık; demek ki bizde de 'olan' bir şeyler var. Bu, bizim biraz daha iyimser olmamız için yeterli mi?
Karamsar olamayız zaten. Çaresizlik ve ümitsizlik bizden değildir. İnsanlar gibi milletlerin de karakteri vardır. Milletimiz sabırlıdır. Fedakârdır. Evin tek oğlu şehit oluyor; şehidin anne ve babası "vatan sağ olsun" diyor. Bu imanı kim yenebilir?
Bizi 'uyuyor' sanmış olabilirler. Uyumadığımızı, gözümüzden gönlümüze kadar uyanık olduğumuzu gördüler böylece. O gece milletimiz cesaret abidesine dönüştü. Basiret gösterdi. Bu saldırının millet hayatında neye karşılık geldiğini hemen anladı. İlâhi ilham'la beraber.
15 Temmuz direnişinin şiirini yazmaya çalışırken, işte buradan bakmaya gayret ettim.
HELAL LOKMANIN ÖNEMİ
Yuva ile bereket kavramını hep yan yana görüyoruz sizde. Evlerimizin bereketi bugün ne durumda?
Bereket tek başına değildir. Daha doğrusu onu davet edenler vardır. Merhamet gibi, inayet Mümin vefa yurdudur. Kendi adıma, buralarda durmaya, bu nasihatlere tutunmaya çalışıyorum. gibi. Fazla kazanmak veya ciddi birikim yapmak, bereket olamaz. Varlıklı ama huzursuz. Zengin ama ruhsuz.
Bize evvela ekmeğe hürmet etmek öğretilir. Yüzümüzü yıkamadan mutfa- ğa girmeyiz mesela. İkinci ders emeğe hürmettir. Her ev aynı zamanda büyük bir emektir. Bunu böyle biliriz.
Bereket ile rahmet, asla birbirinden ayrılmaz. Yağmura da 'rahmet' diyoruz. Unutamadığım hatıralarımdan biri. Evdeyiz. Yağmur başladı. Babamın yanında zaten dikkatli oturuyorum. Buna rağmen şunu demişti bana: "Yağmur yağarken öyle oturma." İster istemez kendimi bir yokladım.
Babam hep şunu tembihlerdi: "Bizim tek sermayemiz helal lokmadır." Buradan şuraya gelelim: Camiamızda maaşla veya ticaretle açıklanamayacak servetler birikiyor. Helal lokmayla beslenmeyen nesiller ne hale gelir, bunu düşünmemiz gerekiyor. Sadece nefsimizi değil, neslimizi de muhafaza etmek zorundayız.
Bir şair hassasiyetiyle İbrahim Tenekeci, bizim gibi gençlerle ilgilenen kurumlara nasıl bir öngörüde bulunur? Nelere öncelik vermeliyiz? Neleri göz önünde bulundurmalıyız? Olmaz ise olmazlarımız neler olmalı?
Beş çocuğum var. Üçü yirmi ya- şın üstünde. Onları kendime benzetmeye çalışmıyorum. İsterim ki kendileri olsunlar. Müstakil bir karakter olarak temayüz etsinler. Birçok anne baba, vaktiyle yapamadıkları şeyleri çocukları eliyle, onların üzerinden ba- şarmaya çalışıyor.
Bunu yanlış ve sakıncalı buluyorum. Sonu mutsuzlukla bitiyor genellikle. Çocuklarımızın sahibi değiliz. Allah'ın bize emanetidir onlar. Bizde bir emanet daha var: Anne ve babamızdan devraldığımız İslâm sancağı. Bu emaneti hasarsız ve eksiksiz bir şekilde çocuklarımıza teslim edersek ne mutlu bize. Vazifemizin bir kısmını tamamlamış oluyoruz. Dinini öğrenmek işte bu noktada devreye giriyor.Şunu da söylemek isterim: Hep anne - baba hakkını konuşuyor, yazıyoruz. Oysa evladın da anne - baba üstünde hakkı var.
Meselenin bu kısmını pek düşünmü- yoruz. Çocuklarımızın dünyaya gelişine vesile olmuşsak eğer, onlara karşı merhametli ve ilgili olacağız. Adil davranıp ayrımcılık yapmayacağız. İhtiyaçlarını durumumuz ölçüsünde karşılayacağız.
Bir edebiyat dergisi çıkarıyoruz. Haliyle gençlerle birlikte çalışıyoruz. Genç arkadaşların branşlarının dışında bir de meraklarının olmasını dilerim. Bu onları dinlendirir. Ruha iyi gelir. İmzalı kitaplardan kütüphane oluşturmak, fotoğraf çekmek, kalemlere gönül vermek, şifalı bitkileri öğrenmek gibi.
Bu güzel söyleşiyi bir 'şiir inceliği'yle bitirmek isteriz. Gençler hissiyatlarını tazelemek istediklerinde okuyabilecekleri bir şiir teklifiniz olabilir mi? "Şiir ile şuurlanmak" için.
Geçen gün defterime şöyle bir başlık attım: Gençliğimi Hatırlatan Şiirler. Ben, hayatımda yeri olan şiirleri seçiyorum. İnşallah onlar da kendi şiirlerini bulacaklar.
Evden pek çıkmıyorum. Ortamlara neredeyse hiç girmiyorum. Davetlere katılmıyorum. Sosyal medyayı fazla kullanmıyorum. Fırsat buldukça kendimi doğaya bırakıyorum. Bazı hobilerim, meraklarım, heveslerim var. Hırsa kapılmadan onlarla ilgileniyorum. Ortak mekânlara gitmek yerine; bir tesbih ustası, sahaf veya pul koleksiyoncusuyla sohbet etmeyi daha çok seviyorum. Bütün bunlar belki biraz koruyor olabilir.
Bundan bir yıl önce 15 Temmuz gecesinde hem millete hem de devlete karşı bir ihanet ve darbe girişimiyle milletçe sarsıldık ve hamd olsun o gece bu hain girişimi millet olarak bertaraf etmeyi başardık. Siz o gece neleryaşadınız, halet-i ruhiyeniz nasıldı?
O gece hastaydım biraz dinleniyordum.Bir arkadaş aradı."Ağabey, bir sıkıntı var galiba" dedi. Cep telefonum hayli eski. Onda internet yok. Bilgisayarı açtım. Twitter yavaşlamıştı ve girilemiyor gibiydi. Sonra bir telefon görüşmesi yaptım. İşin aslını öğrendim. O ara twitter da açıldı. Tepkimi ve tavrı- mı dile getiren bir paylaşım yaptım. Yaşananların, daha doğrusu yapılanların kabul edilebilir hiçbir yanı yoktu. Açık bir işgal girişimiyle karşı karşıyaydık. İlerleyen saatlerde şehit haberleri de gelmeye başladı.
Şehitlerden bazıları yakın arkadaşımız idi. Adanmışlar ile aldanmışların mücadelesiydi bu. Karşımızda; suyu çömelerek içen, buna karşılık masum bir mümini katletmekten çekinmeyen bir grup vardı. Kadim dostlarımdan birkaç tanesini merak ettim, onlara ulaşmaya çalıştım. Aradığım isimlerden birinin hayatta olduğunu öğrenince gözlerim doldu. Devamında yoğun bir haberleşme trafiği yaşadık. Beraber dergi çıkardığımız arkadaşların tamamı ön cephedeydi. Köprüde, Genel Kurmayın önünde vs. Gece geçmek bilmedi. İkinci gün Hasdal Kışlası'nın önünde nöbet tuttuk. Evim oraya yakın sayılır. Nihayetinde bizim yerimiz bellidir. Memleketin siperindeyiz. Milletin ve ümmetin yanındayız.
Aslında o gün en büyük darbeyi de insanlığımız ve kardeşliğimiz aldı. O günden bugüne yaşadığımız travmayı atlatabilmiş değiliz. Kurumlarımıza, mahallemize, evlerimize kadar sirayet eden bir fitneyle baş etmeye çalışıyoruz. Asıl tehlike de bu değil mi?
Öncelikle müminler arasındaki itimat duygusunu zedelediler. İtimat binası yıkıldığı vakit altında nelerin kalacağını asla bilemezsiniz. İslâm kardeşliğine ciddi zarar verdiler. Milletin en kıymetli evlatlarını seçip ziyan ettiler. Birçok güzel kelimemizi, kavramı- mızı kirlettiler. Bahar gibi. Tehlike hâlâ geçmiş değil. Çünkü yaptıkları fenalıklardan dolayı zerre pişmanlık duymuyorlar. Duruşmalarda alay ediyorlar. Utanma duygusunun ne kadar muhterem olduğunu gördük, görüyoruz. Bu duyguyu kaybeden kimse hızlı bir şekilde insanlık sınıfından çıkıyor. Mensubiyeti olmayanın mahcubiyeti de olmaz. Durumları tam manasıyla budur. Her türlü fenalığı yapıyor, fitneyi çıkarıyor, insanların hayatıyla oynuyor ve bedel ödemek istemiyor.
Hiçbir şey olmamış ve yapmamış gibi yaşantısına devam etmek istiyor. Elbette adil değil. Biz 'adalet' diyoruz.
Mümin ile münafık arasındaki farklardan biri de emanet bahsidir. Kendilerine emanet edilen her şeyi çıkarları için kullanmışlar. İnkâr, yalan ve riyanın bizzat kendisi olmuşlar.
Artık dış tehdit haline geldiler. Onlar adına ne acı bir son. Aradan bir yılı aş- kın süre geçti.
Kendimi hâlâ toparlayabilmiş değilim.
Yaşananların içimdeki yankısı büyük oldu. Çoğumuz bu vaziyetteyiz. Öyle anlaşılıyor ki sıkıntılı günlerimiz her açıdan biraz daha sürecek. Bu belâdan ancak dayanışma duygusuyla kurtulabiliriz. Belki de bunun olmaması için aylardır algı operasyonları ve fitneye yol açacak hamleler yapılıyor.
İYİLER DAİMA ÇOĞUNLUKTADIR
Birbirimizden vazgeçmeye, dostlarımızı kolayca gözden çıkarmaya hazır bir halimiz var. Sahi, bize neler oluyor? Sizin sözlerinizle, "bu acımasızlık bize nereden geldi?"
Arkadaşlığın, dostluğun ve kardeşliğin de bir ahlâkı vardır. İş ahlâkını önemsediğimiz kadar bunlara da önem versek keşke. O vakit birçok sıkıntının kendiliğinden düzeldiğini gö- receğiz. Şimdilerde arkadaşlık kurmak yerine ilişkiler genişletiliyor. Kullanışlı insanlardan ağlar oluşturuluyor. Böyle biri miyiz, değil miyiz? Evvela buna bakmak lazım. Başkalarından önce kendimize dikkat kesilmeliyiz.
"Dostlukta kıdem esastır" diyenlerdeniz. Bir hadis-i şerif: "Eski dostluğu muhafaza etmek imandandır." Meselenin devamı: "Mümin vefa yurdudur." Kendi adıma, buralarda durmaya, bu nasihatlere tutunmaya çalışıyorum.
Her imkân, yıpranma payını da beraberinde getirir. Yıllardır bir imkânın içindeyiz. Haliyle bunun yan etkileri oluyor. Kimi insan değişip başka bir şeye dö- nüşebiliyor. Şahsi ikbalini yahut kazancını milletin ve memleketin üstünde görenler çıkabiliyor. Bunlar her devirde vardır. Hakikat ise şudur: İyiler daima çoğunluktadır. Onları bilmek ve bildirmek gerekiyor. Yanlarında olmak icap ediyor.
Acımasızlık bahsi uzun ve üzücü bir konu. Gençliğimizde tartışma olur, fakat şahsiyat yapılmazdı. İşte bunu yapanların sayısında endişe verici bir artış var. Bu huyun ne kadar kötü bir şey olduğunu ısrarla anlatmalıyız. "
Olamayanlar, ölmeyi göze alamazlar" derler. O gece milletçe ölmeyi göze aldık; demek ki bizde de 'olan' bir şeyler var. Bu, bizim biraz daha iyimser olmamız için yeterli mi?
Karamsar olamayız zaten. Çaresizlik ve ümitsizlik bizden değildir. İnsanlar gibi milletlerin de karakteri vardır. Milletimiz sabırlıdır. Fedakârdır. Evin tek oğlu şehit oluyor; şehidin anne ve babası "vatan sağ olsun" diyor. Bu imanı kim yenebilir?
Bizi 'uyuyor' sanmış olabilirler. Uyumadığımızı, gözümüzden gönlümüze kadar uyanık olduğumuzu gördüler böylece. O gece milletimiz cesaret abidesine dönüştü. Basiret gösterdi. Bu saldırının millet hayatında neye karşılık geldiğini hemen anladı. İlâhi ilham'la beraber.
15 Temmuz direnişinin şiirini yazmaya çalışırken, işte buradan bakmaya gayret ettim.
HELAL LOKMANIN ÖNEMİ
Yuva ile bereket kavramını hep yan yana görüyoruz sizde. Evlerimizin bereketi bugün ne durumda?
Bereket tek başına değildir. Daha doğrusu onu davet edenler vardır. Merhamet gibi, inayet Mümin vefa yurdudur. Kendi adıma, buralarda durmaya, bu nasihatlere tutunmaya çalışıyorum. gibi. Fazla kazanmak veya ciddi birikim yapmak, bereket olamaz. Varlıklı ama huzursuz. Zengin ama ruhsuz.
Bize evvela ekmeğe hürmet etmek öğretilir. Yüzümüzü yıkamadan mutfa- ğa girmeyiz mesela. İkinci ders emeğe hürmettir. Her ev aynı zamanda büyük bir emektir. Bunu böyle biliriz.
Bereket ile rahmet, asla birbirinden ayrılmaz. Yağmura da 'rahmet' diyoruz. Unutamadığım hatıralarımdan biri. Evdeyiz. Yağmur başladı. Babamın yanında zaten dikkatli oturuyorum. Buna rağmen şunu demişti bana: "Yağmur yağarken öyle oturma." İster istemez kendimi bir yokladım.
Babam hep şunu tembihlerdi: "Bizim tek sermayemiz helal lokmadır." Buradan şuraya gelelim: Camiamızda maaşla veya ticaretle açıklanamayacak servetler birikiyor. Helal lokmayla beslenmeyen nesiller ne hale gelir, bunu düşünmemiz gerekiyor. Sadece nefsimizi değil, neslimizi de muhafaza etmek zorundayız.
Bir şair hassasiyetiyle İbrahim Tenekeci, bizim gibi gençlerle ilgilenen kurumlara nasıl bir öngörüde bulunur? Nelere öncelik vermeliyiz? Neleri göz önünde bulundurmalıyız? Olmaz ise olmazlarımız neler olmalı?
Beş çocuğum var. Üçü yirmi ya- şın üstünde. Onları kendime benzetmeye çalışmıyorum. İsterim ki kendileri olsunlar. Müstakil bir karakter olarak temayüz etsinler. Birçok anne baba, vaktiyle yapamadıkları şeyleri çocukları eliyle, onların üzerinden ba- şarmaya çalışıyor.
Bunu yanlış ve sakıncalı buluyorum. Sonu mutsuzlukla bitiyor genellikle. Çocuklarımızın sahibi değiliz. Allah'ın bize emanetidir onlar. Bizde bir emanet daha var: Anne ve babamızdan devraldığımız İslâm sancağı. Bu emaneti hasarsız ve eksiksiz bir şekilde çocuklarımıza teslim edersek ne mutlu bize. Vazifemizin bir kısmını tamamlamış oluyoruz. Dinini öğrenmek işte bu noktada devreye giriyor.Şunu da söylemek isterim: Hep anne - baba hakkını konuşuyor, yazıyoruz. Oysa evladın da anne - baba üstünde hakkı var.
Meselenin bu kısmını pek düşünmü- yoruz. Çocuklarımızın dünyaya gelişine vesile olmuşsak eğer, onlara karşı merhametli ve ilgili olacağız. Adil davranıp ayrımcılık yapmayacağız. İhtiyaçlarını durumumuz ölçüsünde karşılayacağız.
Bir edebiyat dergisi çıkarıyoruz. Haliyle gençlerle birlikte çalışıyoruz. Genç arkadaşların branşlarının dışında bir de meraklarının olmasını dilerim. Bu onları dinlendirir. Ruha iyi gelir. İmzalı kitaplardan kütüphane oluşturmak, fotoğraf çekmek, kalemlere gönül vermek, şifalı bitkileri öğrenmek gibi.
Bu güzel söyleşiyi bir 'şiir inceliği'yle bitirmek isteriz. Gençler hissiyatlarını tazelemek istediklerinde okuyabilecekleri bir şiir teklifiniz olabilir mi? "Şiir ile şuurlanmak" için.
Geçen gün defterime şöyle bir başlık attım: Gençliğimi Hatırlatan Şiirler. Ben, hayatımda yeri olan şiirleri seçiyorum. İnşallah onlar da kendi şiirlerini bulacaklar.
İbrahim TENEKECİ Kimdir?
1 Eylül 1970 yılında Kastamonu ili Taşköprü ilçesinde doğdu. İlk şiir ve yazıları Millî Gazete’nin ‘sizden gelenler’ köşesinde yayınlandı. Sonrasında ağırlıklı olarak Dergâh, Kırklar, Derkenar, Merdiven, Endülüs, Kaşgar ve Türk Edebiyatı dergilerinde göründü.1998 - 1999 yılları arasında Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörü ve köşe yazarı olarak çalıştı.1999 - 2010 yılları arasında Millî Gazete’de köşe yazarı ve düşünce sayfası editörü olarak görev yaptı.
2000- 2005 yılları arasında, Kırklar dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Aynı yıllar içinde, Birey ve Birun Yayınları’nda dizi editörü olarak yer aldı; kırktan fazla kitabın yayınlanmasına vesile oldu. 2005-2010 yılları arasında Dergâh dergisinin mutfağında bulundu. 2011 yılında, kısa bir süre yayın hayatına devam eden Yeni Söz gazetesinin düşünce ve analiz editörüydü.
Halen Profil Yayınları’nda şiir editörlüğü ve Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Ayrıca aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar’ın genel yayın yönetmenidir. Ağır Misafir adlı eseriyle, 2008 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Yılın Şairi” seçildi. Aynı yıl, “Yılın Yazarı” ödülünü de aldı. 2016 yılında Celaleddin Ökten Ödülleri çerçevesinde "Yılın Edebiyatçısı" ödülüne layık görüldü. Evli ve beş çocuk babasıdır.
1 Eylül 1970 yılında Kastamonu ili Taşköprü ilçesinde doğdu. İlk şiir ve yazıları Millî Gazete’nin ‘sizden gelenler’ köşesinde yayınlandı. Sonrasında ağırlıklı olarak Dergâh, Kırklar, Derkenar, Merdiven, Endülüs, Kaşgar ve Türk Edebiyatı dergilerinde göründü.1998 - 1999 yılları arasında Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörü ve köşe yazarı olarak çalıştı.1999 - 2010 yılları arasında Millî Gazete’de köşe yazarı ve düşünce sayfası editörü olarak görev yaptı.
2000- 2005 yılları arasında, Kırklar dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Aynı yıllar içinde, Birey ve Birun Yayınları’nda dizi editörü olarak yer aldı; kırktan fazla kitabın yayınlanmasına vesile oldu. 2005-2010 yılları arasında Dergâh dergisinin mutfağında bulundu. 2011 yılında, kısa bir süre yayın hayatına devam eden Yeni Söz gazetesinin düşünce ve analiz editörüydü.
Halen Profil Yayınları’nda şiir editörlüğü ve Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Ayrıca aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar’ın genel yayın yönetmenidir. Ağır Misafir adlı eseriyle, 2008 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Yılın Şairi” seçildi. Aynı yıl, “Yılın Yazarı” ödülünü de aldı. 2016 yılında Celaleddin Ökten Ödülleri çerçevesinde "Yılın Edebiyatçısı" ödülüne layık görüldü. Evli ve beş çocuk babasıdır.
BU RÖPORTAJ KAGEM BÜLTENİN 7. SAYISINDAN ALINMIŞTIR. ASIL KAYNAKTAN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN>>>
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkür ederiz.