“Bu dünyaya söylenebilecek tek söz var; bu sözü söyleyecek olan bizleriz; fakat biz yokuz.”
İçerisinde yaşadığımız çağda insanların büyük bir “Küresel Buhran” yaşadığını belirterek başladı söze Yusuf hoca. Yaşanılan bu buhranın yalnızca Müslümanları değil topyekûn bir beşeriyeti kapsadığını ve bu uykudan acilen uyanmak gerektiğini dillendirdi. Haddi zatında özünü başlangıçta verdi toplantının.
Epigrafta kullandığımız aforizma ile başladı sözüne hoca ve devamında ikisi kendine ait olan şu üç aforizmayı ekledi:
“Bu dünyaya söyleyebilecek bir sözünüz yoksa bu dünyada yaşamanızın anlamı yoktur.” (Yusuf Kaplan)
“Hayalleri olmayan toplumlar, başka toplumların hayallerinde kaybolurlar.” (Yusuf Kaplan)
“Şoför müsünüz; taşıt mısınız?” (Ludwig Wittgenstein)
Bu aforizmalarla yola çıkmamızı ve şu sorulara cevap vermemizi, cevap vermek bir yana bu soruları idrak etmemizi istedi hoca.
İçinde yaşadığımız çağ bizim mi?
İçinde yaşadığımız çağ bizim çağrımızın çağı mı?
Çağrısı çağ kuramayan, çağrının varlığından sözedilebilir mi?
İnsanlığın içerisinde yaşadığı çağın tek bir çağrının çağı olduğunu ve bunun yeryüzünün daha evvel asla yaşamadığı bir felaket olduğunu söyledi hoca. Tüm dünyaya tek bir “zeitgeist” (zamanın ruhu) hakimiyeti insanlık tarihi boyunca bu yüzyıl hariç hiç olmamıştı, bu felaketlerin en büyüğüdür ve kurtulmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır dedi.
Bütün insanlığın batıya mahkumiyeti ve bütün insanların kendinden mahrumiyeti en büyük hastalık olarak karşımıza çıkıyor dedi.
Zihin cetvellerimiz tek bir zeitgeist’e bağlı olduğu için hiçbir şeye tam olarak o şey gibi bakamıyoruz dedi. Zihnimiz Müslümanca işlemiyor dedi hoca ve ekledi Çinlilerinki de çinli gibi işlemiyor dedi.
David Carrier’in ilginç bir tespitini bizlerle paylaştı hoca:
Japonlar kendi sanat tarihlerini yazacaklar; peki bunu nasıl yapacaklar?
- Öncelikle dünyanın kabul buyurduğu bir dille, İngilizce ile yapacaklar. Bu elbette bir yere kadar kabul olunabilir.
- Batıdaki teorik çerçevelerle yazacaklar. Bu tam bir beyin tutulmasıdır bu tam bir buhrandır. Kendi sanat tarihini başka bir teorik çerçeveye göre çizmek en büyük buhrandır.
Durduğunuz yer, gördüğünüz şeyi belirler dedi hoca. Ve şu örnekle açıkladı.
1985 yapımı “Yellow Earth” adlı Japon Sinemasının ve Yönetmenliğini Kaige Chen’in yaptığı filmin başından geçen, başına gelen olayı anlattı. Screen Dergisinin bu filmin ardından bir metin, makale yazması ve filmden anlaşılması gerekenleri batılı bir zihin cetveli ile okuması ve okurlarına sunmasından sonra, Yellow Art filminin yapımcılarından “Bu sizin gördükleriniz filmin anlattığı şeyler değil; siz kendi fikirlerinizi filme giydirip filmi anlamaya çalışıyorsunuz, durduğunuz yer gördüğünüz şeyi belirliyor.” Şeklinde bir eleştiri gelmiştir.
Biz durduğu yeri bilmeyen insanlarız, biz yersiz ve yurtsuzuz. Yerini, yurdunu bilen insanlar alimler, arifler ve hakimlerdir. Alimler, Arifler, Hakimler olmadan bir arpa boyu yol alamayız. Bu akademisyen ile gazeteci ile yapılacak bir iş değildir. Medeniyet böyle kurulmaz.
İnsan nispi bir varlıktır. Bunu unuttuğu anda kendini kaybeder. Modern dünya insanın kendi unutmasıdır. Postmodern dünya ise insanın kendini unuttuğunu unutmasıdır.
Hümanizm adı altında insanın kendini tanrılaştırmasını, İslami bir düşünce yerine artık Müslümanların insani düşünüyorum demesini eleştirdi hoca.
Enfüs olmadan Afak’ın olamayacağını söyledi hoca. Mesafe olmadan da meselenin olamayacağını söyledi. İç dünya ve dış dünyanın birlikte anlaşılmasına biri olmadan diğerinin yek pare var olamayacağına dikkat çekti. Ve dedi ki;
Mekke=İç Dünya
Medine=Dış Dünya’dır.
İslâm Neresi; Avrupa Nereye Düşer?
Avrupa Neresi; İslâm Nereye Düşer?
Mümin mahzuniyet ve masumiyet halindedir. Her an firak üzredir insan. Firak olmadan fark kavranamaz. Avrupa ve İslâm arasında fark anlaşılamaz.
Ülkemizde batı kültürü yoktur, batı hayranlığı vardır. Bu tam anlamıyla olmasa da Müslümanlığa da teşmil edilebilir. Müslümanlığın üzerimize yüklediği mesuliyeti yüklenmiyoruz, mesuliyetimiz olmadığı için maalesef meselmiz olmuyor dedi. Meselesi olmayanın sorusu, çağrısı da olamaz ve çağrısı olmayanın çağı da olamaz.
Bu yüzden mehzun ve masumdur hakiki müslüman. Yaşamını müzmin bir halde sürdürür. Ümmileşmektir ilk merhale. İdrak etmek başlamaktır, idraki idrak bir üst mesabedir ve idraki terk asıl meseledir. Batı asla mahzun ve masum olamaz. En fazla melankolia ruh halini yaşayabilir.
İslâm hakikat fikri ve sünneti seniyyenin buluşturulmasıdır. Kaderin her zaman bir imkân olduğunun, kaderin barikat değil, koridor olduğunun farkına varmak mecburiyetindeyiz.
Ve hoca asıl meselenin Kuran ve Sünneti Seniyyenin birlikte yaşanması meselesi olduğunu söyledi. Daha evvel yazmış olduğu şu yazısı ile toplantısını nihayetlendirdi.
MÜSLİM TOHUMU, MÜMİN AĞACI VE MUHSİN MEYVESİ
Müslim, akl-ı selim sahibidir: Fikreder, fikir çilesi çeker; hakikatle hemdert olur. Hakikatle yoğrulur ve HAKİKAT, KİŞİDE HAYAT BULUR.
Hakikat ağacının tohumu kişinin bedeninde, ruhunda, bütün hücrelerinde meyveye durur. Hakikat, umut olur.
Mümin, kalb-i selim sahibidir: Zikreder, oluş çilesi çeker; hakikatle hemdost olur. Hakikatle doğrulur ve HAKİKAT, KİŞİNİN HAYATI OLUR.
Tohum, filizlenir; Hakikat, ufuk sunar.
Muhsin, zevk-i selim sahibidir: Şükreder, varoluş çilesi çeker, ‘hiçleşir’; hiçleştikçe BEN’ini yener ve kendine gelir; hakikatle hemhâl olur sadece. Ve ‘Hakikat’ olur.
Böylelikle, HAKİKAT varolur ve HAYAT SUNAR herkese.
Hülâsâ: Toprağa düşen tohum, güne be gün, ân be ân güneşin ışığıyla, rüzgârın aşısıyla, toprağın ısısıyla, suya kucak açmasıyla ve nihayet hakikat çocuğuna gebe kalmasıyla çiçek açar… yeşerir ve hakikat ağacı boyverir… dallanır, budaklanır ve yemyeşil yaprakları arasından taptaze yemişler armağan eder bütün yeryüzündekilere…
Fethullah Topal toplantıdan aktardı.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkür ederiz.