Tefekkür-efkâr, efkâr- fikr kökünden gelir. Düşünmek, zihin yormak ve akletmek mânasındadır. Efkâr, bu hususta biraz daha farklıdır. Evet fikr’den gelir lâkin birde dertlenmek anlamı vardır. ‘İnsanın insan olma bilinci’ dediğimiz nokta tam da burasıdır. İnsan niçin vardır ? insan kimdir? Ve insan kendini nasıl bulabilir? Biz burada insanın kendini bulabilmesinin üzerinde duracağız. Çünkü dert, insanın kendini ve kendi ‘ben’ini bulduğu zaman başlar. ‘Ben’in yolculuğu kemal bulması tefekkürle başlar. Tasavvufta, ‘Kesb-i kemâl, seyr-i cemâl- güzellik temâşası insanı olgunlaştırır.
Tefekküre İslam estetiği açısından ele bakacağız. İslam, selâmetli olanı seçmiş ve insanı güzel olanı akletmek, o’nu düşünmek ve anlamak hususunda sürekli uyarmıştır. ‘Allah güzeldir ve güzeli sever.’ Ve ‘Ben bir gizli hazine idi, bilinmeyi istedim.’ Hadisleri güzelliğin ehemmiyetini daha iyi bir şekilde dile getirir. “ Biz âyetlerimizi dış dünyada ve kendi içlerinde onlara göztereceğiz.” ( Fussilet: 41/53) Tevhid, bütün güzelliklerin O’ndan geldiğini açık bir şekilde gösterir. Güzellik idrâki, insanın ruhunda meydana getirdiği ürperti yada deprenişlerle “Allahım, bunları boşuna yaratmadın.” (Âl-i imrân: 3/ 191)
Temâşa edilen sanatın, yani görkem ve güzelliğininin uyandırdığı şuur bir yolunu bulup, bu güzelliği bahşedene yükselir
‘ Âyinesidir cemâl-i yârin’
‘Kim bir yüzi yârdan yanadır.’
Yani:
‘Bir özge temâşa’ ile ‘Baştan ayağa göz kesilip’ ‘kalp ile düşünmektir.’ Gülşen-i Râz şebûsteri’de:
“Bana tefekkürü nedir?diye sual edersin
Hayretin bu ise meramın yerine gelsin
Tefekkür bâtıldan Hak yoluna yürüyüştür
Ve her bir parçada o mutlak “Bir”i göüştür.”
Tefekkür tek başına ele alınmaz. Temâşa olmadan tefekkür mümkün olmayabilir. Temâşa tecrübesi hakikatle bir buluşma, bir aydınlanma, bir vecd ve huzur halinin yaşanmasıdır. Peki insan her bir parçada mutlak ‘Bir’i başka nasıl bulabilir.?
İşte tam da bu noktada Gâlib Dede, insanın kendi ‘Ben’ini mutlak ‘Bir’de temâşa etmeyi gösteriyor. Tefekkür Gâlib Dede’de bir yolculuktur.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdûm-i dîde-i ekvan olan ademsin sen”
(Zâtına hoşça bak ki sen âlemin özü, özetisin; kâinatın göz bebeği olan âdemsin, insansın.)
İnsan, mahiyeti itibariyle âlemin özeti; kıymeti itibariyle de gözbebeği hükmündedir. Göz, insanın en önemli ve üzerine titrenmesi gereken ve korunmaya değer oraganıdır. İnsanı gözbebeğine benzeterek varlıklar âlemindeki yerini gösteriyor. İnsan, zâtına nasıl bakacak ve nerede görecek? İnsanın kendi ‘Ben’ine yolculuğu dediğimiz noktanın ilk merhalesi burasıdır. Temâşa ‘göz’le başlar. Kâinatta varlık bulan her şey mutlak ‘Bir’in bir tecellisidir. “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr:24/35) ilahi güzellik varoluşun her düzeyinde ve her şeyde izhâr etmesidir.
Güzelliğin göz ve gönülle olduğunun bir başka örneği, “ Sarı, parlak renkteki bir inek; bakanlara sûrur verir.” (Bakara:2/69)
Şeyh Gâlib;
Bu hâli bilir misin hele sen
Sen kandansın ü dahi kimim ben
Bu şehr ne şehr-i dil-sitândır
Bu bağ bağ u bûstândır
(sen bu halin ne olduğunu bilir misin? Sen nerdesin ve ben kimim,
Bu şehir nasıl bir gönül şehridir? Bu bağ nasıl bir bağ ve bahçedir?)
..
Fehmeyle ki bu garîb sırdır
Erbâb-ı ukûle müsteridir
(Anla ki bu garib bir sırdır. Akıl sahiplerine saklıdır.)
‘Bir şû’lesi var ki şem-i cânın
Fânusuna sığmaz asûmanın’
Her ne kadar biz anlamaya çalışsak da o sırra erişemeyiz,
Cibril mirac’a çıkarken h.z Peygamber ile onun dahi bir sınırı var:
‘Ben yolum buraya kadar, burayı geçersem kanatlarım yanar.’
Kandil dâhi söndü,‘zannetme ki şöyle böyle bir söz’
bak, baştan ayağa göz kesildim, görmek dediğin ne ki
olsas olsa işbiliyye
nûr-i siyeh’e balkıyan maşrık
rüzgârı destâr,gülüyse sarık
bu şiire şerh niye
nûr içinde nûrçünkü karanlık
kâlbi mahzûn ve mesrûr
o buluttan gölgede durur
ellerim kar risalesi olur bir anlık
şekure’nin kıyısında yürümüşsem ne var
koltuğumun altında mişkatu’l envâr.
Tefekküre İslam estetiği açısından ele bakacağız. İslam, selâmetli olanı seçmiş ve insanı güzel olanı akletmek, o’nu düşünmek ve anlamak hususunda sürekli uyarmıştır. ‘Allah güzeldir ve güzeli sever.’ Ve ‘Ben bir gizli hazine idi, bilinmeyi istedim.’ Hadisleri güzelliğin ehemmiyetini daha iyi bir şekilde dile getirir. “ Biz âyetlerimizi dış dünyada ve kendi içlerinde onlara göztereceğiz.” ( Fussilet: 41/53) Tevhid, bütün güzelliklerin O’ndan geldiğini açık bir şekilde gösterir. Güzellik idrâki, insanın ruhunda meydana getirdiği ürperti yada deprenişlerle “Allahım, bunları boşuna yaratmadın.” (Âl-i imrân: 3/ 191)
Temâşa edilen sanatın, yani görkem ve güzelliğininin uyandırdığı şuur bir yolunu bulup, bu güzelliği bahşedene yükselir
‘ Âyinesidir cemâl-i yârin’
‘Kim bir yüzi yârdan yanadır.’
Yani:
‘Bir özge temâşa’ ile ‘Baştan ayağa göz kesilip’ ‘kalp ile düşünmektir.’ Gülşen-i Râz şebûsteri’de:
“Bana tefekkürü nedir?diye sual edersin
Hayretin bu ise meramın yerine gelsin
Tefekkür bâtıldan Hak yoluna yürüyüştür
Ve her bir parçada o mutlak “Bir”i göüştür.”
Tefekkür tek başına ele alınmaz. Temâşa olmadan tefekkür mümkün olmayabilir. Temâşa tecrübesi hakikatle bir buluşma, bir aydınlanma, bir vecd ve huzur halinin yaşanmasıdır. Peki insan her bir parçada mutlak ‘Bir’i başka nasıl bulabilir.?
İşte tam da bu noktada Gâlib Dede, insanın kendi ‘Ben’ini mutlak ‘Bir’de temâşa etmeyi gösteriyor. Tefekkür Gâlib Dede’de bir yolculuktur.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdûm-i dîde-i ekvan olan ademsin sen”
(Zâtına hoşça bak ki sen âlemin özü, özetisin; kâinatın göz bebeği olan âdemsin, insansın.)
İnsan, mahiyeti itibariyle âlemin özeti; kıymeti itibariyle de gözbebeği hükmündedir. Göz, insanın en önemli ve üzerine titrenmesi gereken ve korunmaya değer oraganıdır. İnsanı gözbebeğine benzeterek varlıklar âlemindeki yerini gösteriyor. İnsan, zâtına nasıl bakacak ve nerede görecek? İnsanın kendi ‘Ben’ine yolculuğu dediğimiz noktanın ilk merhalesi burasıdır. Temâşa ‘göz’le başlar. Kâinatta varlık bulan her şey mutlak ‘Bir’in bir tecellisidir. “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr:24/35) ilahi güzellik varoluşun her düzeyinde ve her şeyde izhâr etmesidir.
Güzelliğin göz ve gönülle olduğunun bir başka örneği, “ Sarı, parlak renkteki bir inek; bakanlara sûrur verir.” (Bakara:2/69)
Şeyh Gâlib;
Bu hâli bilir misin hele sen
Sen kandansın ü dahi kimim ben
Bu şehr ne şehr-i dil-sitândır
Bu bağ bağ u bûstândır
(sen bu halin ne olduğunu bilir misin? Sen nerdesin ve ben kimim,
Bu şehir nasıl bir gönül şehridir? Bu bağ nasıl bir bağ ve bahçedir?)
..
Fehmeyle ki bu garîb sırdır
Erbâb-ı ukûle müsteridir
(Anla ki bu garib bir sırdır. Akıl sahiplerine saklıdır.)
‘Bir şû’lesi var ki şem-i cânın
Fânusuna sığmaz asûmanın’
Her ne kadar biz anlamaya çalışsak da o sırra erişemeyiz,
Cibril mirac’a çıkarken h.z Peygamber ile onun dahi bir sınırı var:
‘Ben yolum buraya kadar, burayı geçersem kanatlarım yanar.’
Kandil dâhi söndü,‘zannetme ki şöyle böyle bir söz’
bak, baştan ayağa göz kesildim, görmek dediğin ne ki
olsas olsa işbiliyye
nûr-i siyeh’e balkıyan maşrık
rüzgârı destâr,gülüyse sarık
bu şiire şerh niye
nûr içinde nûrçünkü karanlık
kâlbi mahzûn ve mesrûr
o buluttan gölgede durur
ellerim kar risalesi olur bir anlık
şekure’nin kıyısında yürümüşsem ne var
koltuğumun altında mişkatu’l envâr.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkür ederiz.