Yalnızca insanların değil topyekûn bir milletin, kendine özgü, zihin yapısı vardır. Tarihi seyir içinde alınacak kararlarda tutumlar bu zihin yapısına paralel oluşur. Her fert/toplum kendi geleceğini an itibarı ile doğru bulduğu ve zihinsel yapısına paralel aldığı, kararlarla çizer. Yenidünya Düzeni hangi zihinsel yapının eseridir, 21. yüzyıl Modern Dünyasının fikri arka planında hangi yapı/lar bulunmaktadır bunu/bundan bilmeliyiz/kurtulmalıyız.
Kendisinden yakınılan bu modern dünyaya karşın, arzu duyulan medeniyetin oluşması için hangi bireysel/toplumsal zihin yapısına sahip olmak gerekiyor, bunun kaygısını oluşturmalı, daha iyi bir dünya olması yolunda tüm insanların bu kaygıyı taşıması gerektiğini anlamalı/anlatmalıyız.
Modern dünyanın insanları mutludurlar/mutlu olduklarını sanmaktadırlar. Yine Modern insan zihinlere vurulan ketler ve hakiki insana olan uzaklıktan bihaber en alt insani merhalededir. 21. Yüzyıl insanı hür değildir. Hürriyet istememeleri de Yenidünya düzeni adlı afyonun, her hücresine zerk edilmesindendir.
İnsanlara önce hürriyetlerinin olmadığını anlatırsın ve sonra onlar da hürriyet ihtiyacı zuhur eder. Etrafındaki çeşitli sebeplerden hürriyeti kısıtlanan insan, hürriyetini kısıtlayan hukuka, topluma, inanca karşı bir tavır takınır. Tavır takınmak diriliştir/iyidir çünkü özgürlüğün ilk adımıdır.
Yenidünya düzeni olarak adlandırılan, halihazırda yaşamakta olduğumuz düzen, soğuk savaş dönemi ile başlayan bir sürecin oluşturduğu sonuçtur/yaşam şeklidir.
Oluşan bu yaşam şekli kendisini çabucak benimseyen bir Batı Toplumu ve benimseyip benimsememe arasında kalmış, med-cezirler yaşayan bir Doğu Toplumu şeklinde dünya üzerinde iki farklı kanat meydana getirmiştir. Yenidünya düzenin başlangıçta oluşturduğu bu iki kanat arasındaki fark her geçen gün azalmaktadır. Toplumlar birbirlerinin aynı olmaktadırlar/tek toplum olmaktadırlar. Aynilik düşündürücüdür/farklılık zenginliktir.
Burada kısaca yenidünya düzeninin oluşturduğu bu ikilikten bahsedip, yenidünya düzenine rağmen hatırda kalanlarla medeniyet kurulması sürecine tekrar bakabiliriz/dönebiliriz.
“Batı zihniyetini” şekillendiren, paremetrelerini, doğru-yanlış cetvellerini tanzim eden, eski Yunan’dır. Demokritos’un “kâinatı” atomlar ve boşluktan ibaretti. Eflatun’un “dünyası” keskin üçgenlerle doluydu. Aristo’nun mantığı “siyah-beyaz” kurallarla dolmuştur; Bir şey ya A’dır, ya da A değildir, bir şey hem A’dır, hem de A değildir, olmamalı.[1]
Keskin çizgileri olan ve asla esneklik kabul etmeyen bir fikri arka plana sahiptir Batılı düşünüş.
Öte yandan “Doğulu” düşünce biçimi, “karışan kafalar, bilgisayara yüklenmesi imkansız veriler demektir. Böylesi kafalar Meriç Nehrinin doğu yakasından itibaren mebzul miktarda bulunur, hatta egemendirler.[2]
Karışan kafalar iyidir, çalışır. Kendisine uyuşturucu zerk edilen, vücudunun her tarafında zehirler barındıran bir kafa çalışamaz/karışamaz. Meriç Nehri’nin doğusundaki çocukların kafaları karışır/çalışır.
Bu ikilemden sonra tekrar yenidünya düzenine geçecek olursak, dahası bu geçişi şu şekilde yaparsak bağlantı anlamlı olacak. Tüm bunlara rağmen yenidünya düzeni yukarda da bahsettiğimiz gibi bu iki kanat arasındaki farklılığın kapanması, farklılığın yok olmasının mümessilidir. Zira bugün Ortadoğu en az Batı Avrupa kadar “Batılı”dır.[3]
Yenidünya düzeni farklılıkların düşmanıdır. Kendinden olmayanın düşmanıdır. Kendine benzetemediğinin düşmanıdır. Kendisine bağımlı olmayanın düşmanıdır. Kendisinden başka mutlu olanların, acılarına rağmen mutlu olanların/olabilenlerin düşmanıdır. Yenidünya düzeni kendinden önce başkalarını düşünen insanların düşmanıdır. Dostudur kendisine bağladığı insana. Kendi gölgesinde yaşayan insan onun için dosttur. Hepsinden önce ve hepsinden öte yenidünya düzeni maddi yapılardan oluşan ve adına modern dünya denilen, medeniyete olan uzaklığı/yakınlığı sorgulanmamış, 21. Yüzyılın dostudur/sahibidir/kendisidir.
Bu anlayışla medeniyet kurulur mu; arzulanan medeniyet kurulur mu bunu anlamak durumundayız ve yeni dünya düzenine rağmen hatırda kalanlarla arzulanan medeniyetin kurulması sürecini başlatmalı, bu yolda ubudiyetle çalışmalıyız.
İnsanın, toplumumuz insanının, hatırında kalanlarla yeni, yaşanılabilir bir medeniyet kurmalıyız. Fakat insan zihninin garipliklerinden biri de geçmişle kurduğu bağlantı da ortaya çıkıyor. Yaşanıp geçilmiş olaylar arasından güzellerini, iyilerini seçip muhafaza etmek, insanın ana eğilimlerinden biri.[4] Oysa medeniyet kurmak için insanın geçmiş hatalarını, kurduğu medeniyetin yok olma sebeblerini/nedenlerini bilmesi en az hatırda kalan güzellikler kadar önemlidir/gereklidir.
Peki, Medeniyet nedir; Medeniyete tam olarak nasıl bakmalıyız?
Medeniyete tam olarak şöyle bakmalıyız:
Zaman her millete onun hususiyetine uygun düşen ayrı bir tarih, sanat, tefekkür, dil vermiştir. Daha doğrusu o milletin yetiştirdiği kabiliyetler, fikir sahipleri, efkarlı insanlar, kendi milletlerine bunları vermektedirler. Her büyük insan milletin varlığına, kaynağını yine kendi milletinde devşirdiği eserleriyle katkıda bulunmuştur. Medeniyeti kuran geliştiren işte bu katkılardır.[5]
Böylesi bir tefekkür çevresi olmazsa ve tarih, kültür, dil alanlarında çalışmalar olmazsa şüphesiz medeniyet arzularımız birer yaşanmamışlık olarak kalacak. Bu çalışmaların yapılması yapılabilmesi için ise, ilk adım olarak hatırımızda kalanlara bakmak ve medeniyet kurma sürecinde bu hatıratlarla “umrandan uygarlığa” geçiş sağlamaktır.
Medeniyet kavramında 'şehirleşme' anlamı vardır; Medeniyet kavramı, din ve Medine sözcükleriyle etimolojik olarak da, semantik olarak da, tarihî olarak da aynı anlam haritasına aittir.[6]
Medine medeniyettir, fazilettir. Medine’ye ait olan hatıralar da akılda kalanlarda, şüphesiz, yeni bir medeniyet kurma sürecinin öncesi ve ötesidir.
Medeniyete tek boyutlu bakılmamamlıdır.
Medeniyet mefhumu anlamını yalnızca yapılarda ve inşa da göstermemelidir. Böylesi bir medeniyet algısı yaklaşık iki asırdır bu ülkeyi, bu ülkenin insanını dahası bizi biz olmaktan alıkoymuştur. Medeniyet yaşanılabilir olmalıdır. Medeniyet kültür ile birlikte ele alınmalı, yaşanmalıdır.
Zira medeniyetin idealleştirilmesi, onu nesne haline getirmez. Çünkü medeniyet, çok cepheli, bin kollu, dallı, budaklı, tarihi bir oluşumdur. [7]
Buradan da, doğrudan, tecrübelerimiz ve yaşantılarımızın sınırlamasıyla, birbirinden mahiyetçe farklı iki dünyaymış gibi, Maddi unsurları “medeniyet”, manevi unsurları da ‘’kültür’’ olarak adlandırılıp, bıçakla keser gibi ayırmaya kalkışmanın yanlışlığına dikkat çekmeliyiz.
Yine de algı ve anlayış farklılığından dolayı şu şekilde bir medeniyet ayrımı yapılabilir.
Tarih boyunca yeryüzünde varlık göstermiş medeniyetlerin iç gerçekleri göz önüne alındığında, bu medeniyetleri esas olarak iki grup da değerlendirmek mümkündür. Birisi, hayatlarını vahyin ışığında düzenleyen toplumların vücuda getirdiği medeniyet; diğeri de, müşrik ve putperest toplumların medeniyetidir.[8]
Fikri arka planında inanç ve esasları bulunan medeniyet, hakiki manada kültür ve medeniyet bütünlüğünü sağlamış bir medeniyet görüntüsü çizerken öte yandan bunun karşısında yahut yanında yer almayan ve fakat bambaşka bir amaç ve düşünceyle kurulan medeniyetler de vardır.
Medeniyet kurma yolundaki önemli adımlardan birisi de dahası en önemlisi de fikir sahibi, efkar sahibi insanların yazıp çizmesi ve bir medeniyet tasavvurunu, kendi toplumsal yapımıza uygun şekildeki bir medeniyet tasavvurunu, oluşturmaktır.
İnsan'ın medeniyet ruhunun, coşkusunun ve birikiminin Külliyat'la birlikte külliye'ye dönüşeceği, külliyelerimizin de medeniyet yürüyüşümüze aracılık edeceği günler yakındır, diyorum.[9]
Medeniyet fikriyatının oluşması, oluşturulması yolunda neler yapabilirizin cevabı ise; medeniyet tasavvurunun oluşması sürecine, medeniyet inşası için insanın ihyasına çalışmaktır.
Fikri arka planını sorguladığımız yeni dünya düzenine rağmen; hatırda kalanlarla medeniyet kurmak, bu adımı atmak, modern dünyanın yüz üstü bıraktığı her insan için bir diriliş ve medeniyet düşüncesinin oluşması yolunda yapılması elzem süreçtir.
Bu süreçte elbette;
Her fert:
Kendisinin bir diriliş eri olduğuna inanmalıdır.
Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendisinin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olması gerektiğine inanmalıdır.
Bu bir zihniyet savaşıdır. Karayla akın savaşıdır. İlkel ile Modern’in savaşıdır. Yenidünya düzeni ve eskinin savaşıdır.
Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır.[10]
Evet üzerimizden bizi medeniyete gitmekte alıkoyan tüm yükleri atmalıyız. Gafil düşmanların kin ile doldurduğu bu kalbi, ibadet ile, aşk ile, sabır ile durmadan yıkamak zorundayız; yoksa bir yolun ortasında mahvolacak gibiyiz.[11]
DİPNOTLAR:
[1] Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:97, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998
[2] Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:98, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998
[3] Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:99, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998
[4] Özel, İsmet, Üç Mesele, Sy:109, Şule Yayınları, Kasım, İstanbul, 2006
[5] İnan, Mehmet Akif, Edebiyat ve Medeniyet Üzerine, Sy:13, Eğitim Bir-Sen Yayınları, Ankara Ocak, 2006
[6] Kaplan, Yusuf, Neden Medeniyet Tasavvuru, Yeni Şafak, 28/01/2013
[7] Karakoç, Sezai, Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi-1, Sy:152, İstanbul, 1998
[8] Tellioğlu, Ömer, Medeniyet
[9] Kaplan, Yusuf, İnsanın Medeniyet Külliyatı, Yeni Şafak, 24/08/2007
[10] Karakoç, Sezai, Diriliş Neslinin Amentüsü, Sy: , Diriliş Yayınları, İstanbul, 2012
[11] Topçu, Nurettin