1997 yılı. İlginç. 20 yıl öncesini yazacak yaşta olması insanın. Dayım elimden tutmuş beni herkesten önce sınıfa sokuyor. En ön sıraya oturtmak istiyor. Öğretmen masasının olduğu taraf. Pencere tarafı. Ve en ön sıra. “Yok ben oturmayayım dayı buraya; arkaya geçelim biraz,” diyorum. “Tamam,” diyor. İki arka sıraya oturuyoruz. Öğretmen geliyor. Ayaktayız. “Günaydın çocuklar,” diyor. “Günaydın,” diyoruz. Çok şık bir adam. Kusursuz bir Türkçesi var. Dili kusurlu olan ben; nasıl yapabiliyorum ki bu tespiti? “Yani, benim gibi konuşmuyor ya hani işte oradan,” biliyorum.
Öğle vakti okul dağılıyor. Ben ilk defa bu kadar uzun yolu ebeveynsiz, anne-babasız yürüyeceğim. 45 dakika. Arkadaşlar. Yolun bir yerinde bir adam bizi görüyor. Yaşlı. Sakallı. Ak sakallı. Şirin bir amca. “Söyleyin bakalım çocuklar; temizken siyah kirli iken beyaz olan şey nedir?” diyor. Şaşırıyorum.
Amca sen kimsin? Neden bunu bize soruyorsun? Seni tanımıyoruz ki! Benzeri sorularla hiç ilgilenmiyorum. Sadece bir şaşkınlık var zihnimde. Bir şey hem siyah hem de nasıl temiz olabilir? Diğer taraftan bir şey hem beyaz hem de nasıl kirli olabilir? Düşünüyorum. Amca “Size bir gün müsaade,” diyor. Daha 40 dakika var eve. Düşünüyorum. Ama hayır, böyle bir şey olamaz!
Akşam babama soruyorum: “Baba söyle bakalım, temizken siyah; kirli iken beyaz olan şey nedir?” “Kara tahta.” Babam duyar duymaz: ”Kara tahta,” diyor. Sonra açıklıyor:”Okulunuzdaki tahta boş iken, yazı yok-iken siyahken tertemiz. Öğretmenin yazı yazdığında ise beyaz ve kirli,” diyor. İlk şaşkınlık. Herkese bu soruyu soruyorum. Mahalledeki çocuklara. Sınıfımda henüz dün tanıdığım arkadaşlarıma. Herkese. Öğle üzeri zilin çalmasını bekliyorum. Amcaya cevabı söylemek için sabırsızlanıyorum. Zil çalıyor. Ben fırlıyorum. Amca yok. O gün yoktu. 20 yıl oldu. Bir daha hiç görmedim. Amca yok.
Bu hikayecik nasıl bir felsefi argüman olur sizce? Bize, felsefeye ne katar bu yaşadığımız vaka?
Buradan, bu yüzyıldan baktığımızda karanlık çağ dediğimiz geçmiş dönemler; kara dönemler, geçmiş yani; acaba beyaz, aydınlık dediğimiz bu günlerden daha mı temizdi? Düşünelim. Konumuz "Hangi çağ daha temizdi?" olsun. Argümanımız da tek bir bilmece:” TEMİZKEN SİYAH KİRLİ İKEN BEYAZ OLAN ŞEY NEDİR?”
Öğle vakti okul dağılıyor. Ben ilk defa bu kadar uzun yolu ebeveynsiz, anne-babasız yürüyeceğim. 45 dakika. Arkadaşlar. Yolun bir yerinde bir adam bizi görüyor. Yaşlı. Sakallı. Ak sakallı. Şirin bir amca. “Söyleyin bakalım çocuklar; temizken siyah kirli iken beyaz olan şey nedir?” diyor. Şaşırıyorum.
Amca sen kimsin? Neden bunu bize soruyorsun? Seni tanımıyoruz ki! Benzeri sorularla hiç ilgilenmiyorum. Sadece bir şaşkınlık var zihnimde. Bir şey hem siyah hem de nasıl temiz olabilir? Diğer taraftan bir şey hem beyaz hem de nasıl kirli olabilir? Düşünüyorum. Amca “Size bir gün müsaade,” diyor. Daha 40 dakika var eve. Düşünüyorum. Ama hayır, böyle bir şey olamaz!
Akşam babama soruyorum: “Baba söyle bakalım, temizken siyah; kirli iken beyaz olan şey nedir?” “Kara tahta.” Babam duyar duymaz: ”Kara tahta,” diyor. Sonra açıklıyor:”Okulunuzdaki tahta boş iken, yazı yok-iken siyahken tertemiz. Öğretmenin yazı yazdığında ise beyaz ve kirli,” diyor. İlk şaşkınlık. Herkese bu soruyu soruyorum. Mahalledeki çocuklara. Sınıfımda henüz dün tanıdığım arkadaşlarıma. Herkese. Öğle üzeri zilin çalmasını bekliyorum. Amcaya cevabı söylemek için sabırsızlanıyorum. Zil çalıyor. Ben fırlıyorum. Amca yok. O gün yoktu. 20 yıl oldu. Bir daha hiç görmedim. Amca yok.
Bu hikayecik nasıl bir felsefi argüman olur sizce? Bize, felsefeye ne katar bu yaşadığımız vaka?
Buradan, bu yüzyıldan baktığımızda karanlık çağ dediğimiz geçmiş dönemler; kara dönemler, geçmiş yani; acaba beyaz, aydınlık dediğimiz bu günlerden daha mı temizdi? Düşünelim. Konumuz "Hangi çağ daha temizdi?" olsun. Argümanımız da tek bir bilmece:” TEMİZKEN SİYAH KİRLİ İKEN BEYAZ OLAN ŞEY NEDİR?”