SERHAT GÖK - ALİ ŞERİATİ'NİN KÜLTÜR VE İDEOLOJİ ADLI YAPITI ÜZERİNE

Doğu ve Batı... İki büyük kutup... İki kültür pınarı... Tam ortasında Türk diyarı Anadolu... Bu iki medeniyetin köprüsüydü, şimdilerde batı sevdalısı... İliklerine kadar doğuyla yoğrulmuş, kaynaşmış, İslam'la tanışmış, onun sancaktarlığını yapmış, medeniyet ve kültür yaratmış şanlı millet... Şimdilerde esir... Taklitçi... Köle... Batı aşığı... Hastalıktan yeni çıkma ve sarhoş...

Rus yazar Dostoyevski Batılılaşma furyasındaki ülkesinin dertlerine derman ararken esaslı bir tespit yapmış ve şu sonucu çıkarmış:"Avrupa'yı kendimizden daha iyi tanıyoruz." Dostoyevski'nin bu tespiti oldukça yerinde... 

Bu tespitten hareketle Cemil Meriç: "Siz en azından Avrupa'yı daha iyi tanıyorsunuz, şimdilerde biz ne Avrupa'yı, ne kendimizi tanıyoruz." sonucuna ulaşıyor. Evet genelde Doğu medeniyeti özelde ülkemiz olarak şimdilerde ne kendimizi ne Avrupa'yı tanıyoruz. Ne tam İslam'ız ne de Batılıyız. Kendi loşluğumuzla leş olma yolundayız.

İranlı düşünür Ali Şeriati "Kültür ve İdeoloji" adlı yapıtında ülkesinin durumunu gözden geçiriyor. Bir tarafta salt Batı taklitçileri ve maymunumsular, diğer tarafta Necef'te yetişen din yobazları ve gericiler... Ülke bu iki kutbun kıskacında... İki kutup sürekli savaş halinde... Bu savaş doğunun fikirsel olarak yenilgisidir diyor Şeriati. Zira savaşı hangi kutup kazanırsa kazansın, ulus ve İslam kaybedecektir. Üçüncü bir grup daha vardır ki azınlıktırlar. Öğretmen olabilen entelektüeller... Bu grup kökene bağlı ve kökeni hisseden, İslam ahlakını ve doğu kültürünü iliklerine kadar yaşayan, fakat ilerlemeye açık, Batıya karşı seçici ve gelişimci... Bu tespitler oldukça önemli... Azınlık grup ne zaman çoğunluk olursa o zaman güneş doğudan doğacaktır. Türkiye Cumhuriyetinde de düşünsel çatışmalar, bu üç ideolojiye dayanmaktadır. Osmanlı'yı bu çatışmalar götürdü ve geride öksüz bir cumhuriyet kaldı. Öksüz cumhuriyetin ilk yüzyılını bu üç ideolojinin çatışmalarıyla heba ettik. Bir yüzyıl daha kaybedilecek vakit yok.

Şeriati, toplumsal ve tarihsel ilerlemeyi de üç ayrı sınıfla açıklamayı deniyor. Toplumun temelinde kitle... İdeoloji savunucuları entelektüeller... ve son halka yıldızlar... İlerlemeler bu yıldızların parlamasına bağlı... Bir yıldız parlar ve tüm karanlığı aydınlatır. Ondan daha ilerisi, daha parlağı bulunana kadar entelektüeller ve kitle onun ışığıyla aydınlanır. Bütün toplumsal paradigmaların yenileriyle yer değiştirişi yıldızların varlığına bağlıdır. Şeriati'ye göre ne yazık ki yaklaşık üç asırdır doğu medeniyeti yıldızlardan mahrum... Karanlığa gömülmüş. Bir Çin atasözünde der ki:" Karanlığa sövmeyi bırak, bir kibritte sen çak." İşte Şeriati'ye göre İslam dünyasının hali budur. Bütün büyüklerimiz karanlığa sövmekle meşguller. Şeriati'ye göre Doğunun entelektüelleri ya Batı sevdalısı ya da din yobazı. Kitle Batının oyuncağı... İslam dünyası Batının uşağı... Doğu paramparça... Şehirleri nizamını kaybetmiş ve alev alev yanmaktadır.

Üç asırdır Yıldızlardan mahrum olan Doğu, düştüğü bu aciz durumun bilincine XX. yüzyılda varmaya başladı. Şeriati'ye göre yıldızlardan yoksunluk entelektüeli, Batıya yöneltti. Doğulu Entelektüeller bu nedenle üç asırdır Batı sevdalısı... Entelektüeller yıldızlardan, kitle de entelektüellerden yoksundur artık. Şeriati'ye göre Batının paketleyip gönderdiği küçük ışıkların gözlerini büyülediği entelektüellerimiz kitleye sövmekte, kitleden habersiz Batılılaşmaktadır. Kitle de bireysel çıkar ve hırslarına teslim olmuş insana, tabiata yabancılaşmış, kah homo economicus, kah homo faber olarak tanımlanmaktadır. Kitlenin bu aciz durumunu eleştirmiyoruz çünkü entelektüeli olmayan kitlenin başka çaresi yok.

Ali Şeriati soruyor: "Öyleyse ne yapmalı?" Ona göre ilk olarak Batı kültür ve uygarlığının önünde duran bizler ne gözlerimizi kapamalıyız ne de gözümüzü yalnızca oraya dikmeliyiz. Mesele öğretmen entelektüel olabilmek...

Şeriati Batının gelişmişliğini sık sık doğan yıldızlara bağlıyor. (Hegel, Galileo, Kopernik vs.) Doğu medeniyetinin yıldızlar doğuramamasını ele alıyor ve eleştiriyor. Ona göre öncelik yıldızların fenerlerine ihtiyacımız olduğunun bilincine varmamız ve salt taklitçilikten kurtulmamızdır. Ülkemizde de olması gereken kendimizin leş haline geldiğimizin bilincine varmamız. Leşimizin pis kokusunu yüksek dozajlı parfümlerle bastırmaya çalışmak, deve kuşunun kafasını toprağa gömmesiyle kendisinin gizlendiğini zannetmesinden farksızdır. Şeriati'ye göre üzerimize çökmüş bu leşin kaldırılıp atılması için öğretmen entelektüellere çok mühim görevler düşüyor. Ona göre Üniversitenin ve öğretmen entelektüellerin mesuliyet alması gerekiyor. Türkiye'de de yıllarca üniversitelerin Batının salt taklitçiliğiyle yetinmesinin cezasını çektik, çekiyoruz. Bugünlerde zorlu süreçlerden geçen memleketimizin kendini mesul hisseden ve memleketin dertleriyle dertlenmek gerekliliğine inanan profesörlere, doçentlere, siyasal bilimcilere, felsefecilere ve ilahiyatçılara ihtiyacı var. Şimdiye kadar üretim yapmayan üniversitelerin kendi mesuliyetinin bilincine varıp gençleri bilinçlendirmesi gerekiyor.

Şeriati'ye göre Doğulu aydın kafasının son yıllardaki yenilikten ve üretmekten uzak oluşunun diğer bir nedeni de aydınların birbirini alt etmek çabası, argo tabiriyle tokatlama çabası içine girmeleridir. Türkiye'de de aynı sorunun varlığını inkar edemeyiz. Bunun karşısında yapılması gereken birbirlerimizin düşüncelerini yoğurmak ve memleket hesabına dertlenmek, okumak ve üretmek, gençlerimizin bilinçlenmesi yolunda önünü açmak, üstünlük yakalama arzusundan vazgeçmek ve toplumun dertlerinin üzerini örtmek yerine üzeri örtülen her sorunu eşeleyip merhemini düşünmek olmalıdır.

Şeriati'ye göre Batıyı geçmişin, tarihin reddedilerek Batının salt taklit edilmesi doğu medeniyetini Batıya köle yapacaktır. Ona göre bu salt taklit doğulu zihinlerde mağlubiyetin kabulüne ve üstünlüğün Batıda olduğu görüntüsünün zihinlerde uyanmasına neden olmuş, olmaktadır. Bu da kendi kültürüne sırt çevirmeye ve kültürsüzlüğe neden olur. Türkiye'de de kültürümüzün sallantıda olmasından ve geçmişimize sövme merakından ortaya çıkan kültürsüzlük hastalığının olmadığı inkar kabul etmez bir gerçek. Gençlerimiz ve onu yetiştiren üniversitemiz kendi tarihini ve kültürünü eskimiş, tarihi geçmiş ve gerici bulması nedeniyle reddetmekte ve bu reddedişle kültürsüzlüğe tutulmaktadır. Batının gelişmiş tekniği salt taklit yoluyla ve üretmeden sahiplenme arzusuyla gençlerimize empoze ediliyor. Nesillerimiz bu öksüz cumhuriyette giderek okumaktan ve kültürlenmekten uzaklaşıyor ve kültürsüzleşiyor. Aydınlarımız ve öğretmen entelektüellerimiz bu meselenin üstüne gitmeli ve kendi kültürünü bilen, seven, tarihini yadsımayan aynı zamanda ilericiliğe de kendisini kapamayan okuyan nesiller yaratmak zorundadır. Zira memleketimiz bu kültürsüzlükten yalnızca aydınlarımızın okumalarıyla oluşan bir üst sınıf tarafından kurtuluşa eremeyecektir.

Şeriati "Kültür ve İdeoloji" adlı yapıtıyla Doğu medeniyetinin durumunu eleştiri süzgecinden geçirir ve doğulu aydınların salt taklitçilikten ve din yobazlığından kurtulması gerektiğinin yollarını sunar. Eğer bu kurtulma hareketini başlatacak yıldızlar doğmazsa Batıya olan hayranlık, giderek yerini köleliğe dönüştürecektir. Türkiye'de de aydınlarımızın durumu İran'dan farklı değildir. Kanaatimizce memleketimiz Nazım Hikmetler ve Necip Fazıllardan sonra hakiki manada entelektüel çıkaramadı. Memleketin meselelerinin aşılmasını sağlayacak ve Necip Fazıl'ın: "Davaların davası" dediği kutsal davaya kafa yoracak ne entelektüelimiz ne de yıldızımız yetişmedi. Türk irfanı ve tefekkürü üç asırdır daldığı uykudan ve sevdalandığı Batı rüyasından son olarak Nazım Hikmetlerle, Necip Fazıllarla uyandırılmak istendi. Ama nafile! Bu derin uykudan irfanımızı uyandıracak bir kıvılcımdı onlar, lakin sert ve acımasız bir şimşek çaktı ve entelektüellerimiz bu kıvılcımın farkına varamadı. Cemil Meriç: " Türk şiiri Nazım Hikmet'ten sonra öldü." diyerek ne yerinde bir tespit yapıyor. Nazım Hikmet'ten ve Necip Fazıl'dan sonra ölen Türk tefekkürü ve irfanıdır esasında. Davaların davasını yüklenecek ve kendisini adayacak entelektüelimiz öldü aslında onlardan sonra.

Sonuç olarak memleketimizin payidar olması ve milletimizin bahtiyar olması: Şeriati'nin deyimiyle: "Öğretmen entelektüellerimizin" üzerindeki ölü toprağı atmasına ve kendilerini mesul hissederek memleketin ve İslamın dertleriyle dertlenmesine; nesillerin okumaya teşvik edilmesine, bu yolda cesaretlendirici yolların bulunmasına bağlıdır. Memleketimizin ilerlemesini, paradigma değişimini sağlayacak olan yıldızların ortaya çıkmasını sağlamak entelektüel öğretmenlerin biricik vazifesi olmalıdır.

KAYNAKLAR:

Ali Şeriati, Kültür ve İdeoloji, çev.: Orhan Bekin, Birleşik Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul.

Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, 2014.

Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 1979.

Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları, 20. Basım, İstanbul, Mayıs 2013.

Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, Dergah Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, Eylül 2012.

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.