MUSTAFA ŞEKİP TUNÇ DÜŞÜNCELERİ EKSENİNDE İMAN VE HZ. İBRAHİM - HG

Bu haftaki mevzu bahsimiz malumunuz ‘iman’. Bende konuya binaen Prof. Mustafa Şekip Tunç Hoca’nın 18 Ocak 1946’da Büyük Doğu’da yayınlanmış “Şüphe ve İman” adlı makalesini kendime kaynak seçerek yola koyuldum. Elbette ki Hoca’nın tefsirini yapmak haddime değil, naçizane bir felsefe talebesi olarak hocanın ifadeleri üzerine fakir fikirlerimden âcizane bahsedeceğim.

“İmana kavuşan ruh, kendi kıymetlerinden emin, muvazenesini bulmuş, şüphe ve tereddütlerinden kurtulmuş görünür”. Halimizi bir güzel beyan etmiş Hoca. Benimde bu satırları okurken aklıma Allah Rasulü(s.a.v.)’nün sözleri geliyor: “İman artar, eksilmez”. Bu ikisini nasıl mı birleştirdim? Şöyle ki, bu iki güzel alıntıyı kombine ettiğimde ortaya çıkan manzarayı ifade edeyim: Hani bazı anlar olur ya, canınızdan can çıktığını sanırsınız, kalbiniz daralır, nefesiniz tıkanır, muazzam bir hüzün hatta huzursuzluk kaplar her yanınızı. Sonra birden boşalırsınız, gönlünüze sığdıramadıklarınız gözünüzden yaş olur akar. Ama öyle küçük dereler gibi değil, şarıl şarıl çağlayan şelaleler gibi akar. O aktıkça ferahladığınızı hissedersiniz, kalbinizin daraltısı durulur, nefesiniz açılır. Ama ağlamaya devam edersiniz hâlâ. Ve dilinizden kelimeler dökülmeye başlar: “Allah’ım sana binlerce, milyonlarca kez şükür. Beni benle bırakmadığın için sonsuz teşekkürler sana. Eşsiz kudretinle içimdeki sıkıntılardan arındırdığın için, içime esenlik verdiğin için teşekkürler Allah’ım” ve bunun gibi ve daha pek çoğu… İşte ıstıraplı ruhun iştiyakı! Bu durumdayken anlıyorum ki O’na olan inancımızın artışına şahid oluyor ve bu iman artışına kavuşuyoruz. O’na sımsıkı bağlanıyoruz. Anlıyorum ki bu izahla değil imanla anlaşılacak bir halin yansımaları…

Hoca yazının biraz sonraki kısmında da şöyle söylüyor: “ İman akıl olmak istemez; çünkü bilinemeyecek yahut henüz bilinmeyen şeyler tayin eder. Bilinen ve bilinebilen şeyler arasında durmaz. Hakikati delilsiz ispat etmek imkânına inandığı için de sırlar âleminden haberler verir”. Bu yüzdendir ki -biraz önce de ifade etmeye çalışmıştım- Allah (c.c.), peygamber mucizeleri vb. izah edilecek değil, iman edilecek bir alandır. Oysa izah akılla bir şeyleri açıklama, bilme derdindeyken iman inanmanın derdindedir. Al sana iman ve akıl ilişkisi! Aklın imanın meselelerini anlamaya aklı ermez ne yazık ki! Mesela, akılla düşündüğümüz zaman anlayabilir miyiz Hz. İbrahim’i? Düşünsenize evladını kurban eden bir adam! Akılla anlaşılacak iş mi doğrusu? Ama işler değişiyor değil mi? O öyle bir Hz. İbrahim ki evladını Rabbisi için kurban ediyor. Muhataba aldığı kim? Rabbi!… Ancak iman gerekiyor Hz. İbrahim’i anlayabilmek için. Akıl bazında değerlendirecek olsak bir cani olarak değerlendirilebilecek oluruz! Aklın idrakinin bir hududu vardır, bu huduttan sonrası ise imanın alanına dâhildir ancak.

Evet efendim, Hoca’nın söyledikleri ve söyleyecekleri burada bitmiyor elbette ki, ancak ben aradan çekilip Hoca’nın ifadeleriyle sizleri baş başa bırakıyorum…

“İman, bir ruh hali olarak kalmaz: Kendisini bilmek ve tanımak ister.”

“Şüphe (metodik) olmadığı takdirde dümensiz bir gemi gibi nereye gideceğini bilmez, hiçbir noktada duramaz, hiçbir (sistem) ve kanaate varamaz.”

“Bugün içinde yaşadığımız dünyanın en bariz (karakter)i, iman ile şüphe arasında sallanan bir şüphe buhranında toplanıyor.”

BU YAZI İLK KEZ 2012 YILINDA mufiddergisi.com ADRESİNDE YAYINLANMIŞTIR.

Yorumlar

Müfîd Ne Demektir?

İfâde eden, meramı güzel anlatan. Mânalı, mânidâr. Faydalı, faydayı mucib olan. Mütâlâsından istifade olunan.