Okulda bir nöbet günü… Üçüncü katta nöbet tutarken, oruçlu olmanın verdiği hafif de bir can sıkıntısı… Elimde bazen kendimden daha akıllı olduğunu sandığım cep telefonum… Sosyal medya hesabımı karıştırırken mana itibari ile çok ince ve nahif bir söz dizesi ilişiyor gözlerime. Okudukça bir daha okuyası geliyor insanın. Hem deruni bir tefekküre hem de insanın özünü sorgulamaya teşvik edici latif bir söz dizisi… Kime ait olduğunu henüz tam olarak bilmediğim ifade aynen şöyle:
“Bin âlim bir araya gelse yine de bir cahili ikna edemez. Bu ilmin acziyetinden değil, cehaletin hadsizliğindendir.”
Koca koca levhalarını yapıp, memleketin her köşesine asmak içimden geçmiyor da değil. Hadi astık diyelim. Peki ya sonra? Acaba muradımız hâsıl olabilecek mi?
Aslında tuz basmak istediğim yara, bu sözün ardında duran ve topluma bakan cephesi ile ince manalar ve gerçekler dizisi.
Bilginin ve bilgi kaynaklarının yüzlerce hatta binlerce ve milyonlarca şekil aldığı günümüzde “âlim” kavramının da muhteviyatında meydana gelen değişim aslında bizi pek çok hususu sorgulamaya itiyor. Salt kuru bilginin yığıldığı, saman gibi doldurulduğu dimağlar bu gün âlim sayılmanın yeterli bir ölçütü gibi anlaşılıyor. Kamil insan olma yolunda bilgiye sahip olma düşüncesi yerini boş, kuru otlarla dolu bozkıra terk etmiş sanki. Bilmek, bildiğini yaşamak, bilmediğini kabul etmek, bin bilse de bir bilene danışmak gibi temel erdemler bu gün adeta yok olmaya yüz tutmuş vaziyette.
Bu temel erdemleri terk etmeyeni görünce seviniyor ve adeta hayran bakışlarla onları takdir ediyoruz. Doğası gereği bilgi ile bütünleşmesi gereken temel erdemlerin “olması gerektiği gibi olması”, bu gün bize çok üst düzey bir şeymiş gibi geliyorsa şapkayı önümüze koyup düşünmemiz gerekir. Bizleri buna iten temel saikler az çok belli. Şimdilik erdem ve bilgi ilişkisini sorgulayan insanı bir kenara bırakalım. Daha da vahim bir tablonun gözümüzün önüne geldiğini görüyoruz. Bu tablo hastalıktan da öte bir hali işaret ediyor:
Cehaletin verdiği özgüvenle kendini âlim sanma şuursuzluğu… Sorgulamadan her önüne geleni kabul etme ve insanları onlarla alaşağı etme soysuzluğu… Düşmanın doğrusu yerine dostun yalanına inanma, şuurunu karanlığa gömme, mankurtlaşma ve karanlığın girdabında mutlu olduğuna inanma…Peki, sonu gelecek mi bu ahvalin? Nasıl gömdük insanlığımızı bu aymaz tavırların içine?
Gözün gördüğü aleni hakikatleri, kalbin dahi mutmain olamayacağı yalanlara tercih ederek, cehalet denizinde yüzüp mutlu olmayı nasıl başarabildik?
-Amma da abarttın; yok öyle bir şey! Diyorsanız size cevabım son derece basit olacak. Alın karşınıza birkaç insanı. Anlatmaya başlayın hakikatleri. Kaç kişinin tahammül edebileceğini yoklayın. Hakikati tüm ayanlığı ve berraklığı ile gözlerine soktuğunuz halde size konuşma hakkını dahi sunmadan bağıran insanlar karşınıza çıktığı zaman meramımı anlatabilmiş olacağımı düşünüyorum. İster yanınıza kırk kişi almış olarak çıkın karşılarına. Bazen vermiş olduğunuz bu savaşta ne kadar yorulabileceğinizi de görmüş olacaksınız. Dönüp, kusuru en başta kendinizde arayacaksınız belki. Yeri gelecek bir daha anlatmaya çalışacaksınız hakikati. Son bir ümit, son bir gayretle… Ve sonunda “pes” dediğiniz anlarınız olacak. İlm-i Cedelin tüm kanunlarına vakıf da olsanız “cehaletin hadsizliği” sizi kalbinizden vuracak, kalbinizi yoracak ve belki de onu yaralayacak.
Sonunda bir hakikat yolcusu olarak Ahmet Hamdi TANPINAR’ ın şu sözleri kulaklarınızda çınlayarak yolunuza devam edeceksiniz:
“Âlim bazı şeyleri bilir, cahil her şeyi.”
“Bin âlim bir araya gelse yine de bir cahili ikna edemez. Bu ilmin acziyetinden değil, cehaletin hadsizliğindendir.”
Koca koca levhalarını yapıp, memleketin her köşesine asmak içimden geçmiyor da değil. Hadi astık diyelim. Peki ya sonra? Acaba muradımız hâsıl olabilecek mi?
Aslında tuz basmak istediğim yara, bu sözün ardında duran ve topluma bakan cephesi ile ince manalar ve gerçekler dizisi.
Bilginin ve bilgi kaynaklarının yüzlerce hatta binlerce ve milyonlarca şekil aldığı günümüzde “âlim” kavramının da muhteviyatında meydana gelen değişim aslında bizi pek çok hususu sorgulamaya itiyor. Salt kuru bilginin yığıldığı, saman gibi doldurulduğu dimağlar bu gün âlim sayılmanın yeterli bir ölçütü gibi anlaşılıyor. Kamil insan olma yolunda bilgiye sahip olma düşüncesi yerini boş, kuru otlarla dolu bozkıra terk etmiş sanki. Bilmek, bildiğini yaşamak, bilmediğini kabul etmek, bin bilse de bir bilene danışmak gibi temel erdemler bu gün adeta yok olmaya yüz tutmuş vaziyette.
Bu temel erdemleri terk etmeyeni görünce seviniyor ve adeta hayran bakışlarla onları takdir ediyoruz. Doğası gereği bilgi ile bütünleşmesi gereken temel erdemlerin “olması gerektiği gibi olması”, bu gün bize çok üst düzey bir şeymiş gibi geliyorsa şapkayı önümüze koyup düşünmemiz gerekir. Bizleri buna iten temel saikler az çok belli. Şimdilik erdem ve bilgi ilişkisini sorgulayan insanı bir kenara bırakalım. Daha da vahim bir tablonun gözümüzün önüne geldiğini görüyoruz. Bu tablo hastalıktan da öte bir hali işaret ediyor:
Cehaletin verdiği özgüvenle kendini âlim sanma şuursuzluğu… Sorgulamadan her önüne geleni kabul etme ve insanları onlarla alaşağı etme soysuzluğu… Düşmanın doğrusu yerine dostun yalanına inanma, şuurunu karanlığa gömme, mankurtlaşma ve karanlığın girdabında mutlu olduğuna inanma…Peki, sonu gelecek mi bu ahvalin? Nasıl gömdük insanlığımızı bu aymaz tavırların içine?
Gözün gördüğü aleni hakikatleri, kalbin dahi mutmain olamayacağı yalanlara tercih ederek, cehalet denizinde yüzüp mutlu olmayı nasıl başarabildik?
-Amma da abarttın; yok öyle bir şey! Diyorsanız size cevabım son derece basit olacak. Alın karşınıza birkaç insanı. Anlatmaya başlayın hakikatleri. Kaç kişinin tahammül edebileceğini yoklayın. Hakikati tüm ayanlığı ve berraklığı ile gözlerine soktuğunuz halde size konuşma hakkını dahi sunmadan bağıran insanlar karşınıza çıktığı zaman meramımı anlatabilmiş olacağımı düşünüyorum. İster yanınıza kırk kişi almış olarak çıkın karşılarına. Bazen vermiş olduğunuz bu savaşta ne kadar yorulabileceğinizi de görmüş olacaksınız. Dönüp, kusuru en başta kendinizde arayacaksınız belki. Yeri gelecek bir daha anlatmaya çalışacaksınız hakikati. Son bir ümit, son bir gayretle… Ve sonunda “pes” dediğiniz anlarınız olacak. İlm-i Cedelin tüm kanunlarına vakıf da olsanız “cehaletin hadsizliği” sizi kalbinizden vuracak, kalbinizi yoracak ve belki de onu yaralayacak.
Sonunda bir hakikat yolcusu olarak Ahmet Hamdi TANPINAR’ ın şu sözleri kulaklarınızda çınlayarak yolunuza devam edeceksiniz:
“Âlim bazı şeyleri bilir, cahil her şeyi.”
Güzel bir yazı olmuş, düşüncelerinize katılıyorum. Toplum olarak yarın, bugünden de kötü yöne savrulmamız kuvvetle olası....
YanıtlaSilTeşekkür ederim yorumunuzla katkı sağladığınız için
Sil